KOCAKARI ILE ÖMER
Üstad-i necibim Ali Ekrem Bey'e
Yok ya Abbas'i bilmeyen, kimdi?..
O sahabiyi dinleyin, simdi:
"Bir karanlik geceydi pek de ayaz..
Ibni Hattâb'i görmek üzre biraz,
Çiktim evden ki yollar ipissiz.
Yolcu bir benmisim meger yalniz!
Aradan geçmemisti çok da zaman,
Az ilerden yavasça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansizin bir müheykel a'râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasil mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklastik;
Durmadan karsidan selâmlastik.
Düsünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandi tuttu beni:
Bir de baktim, Ömer degil mi imis?
- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne is?
- Su mahallâti devre çikmistim...
Gel beraber, benimle, üç bes adim.
***
Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmus gezer, siyânet-i Hak...
Su yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmis alin,
Çakarak sînesinden âfâkin,
Bir zaman sönmeyen nigâhiyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor bî-haber içerdekiler
Geçmedik en harâb bir yapiyi,
Yokladik sagli sollu her kapiyi.
Geldik artik Medîne hâricine;
Bir çadir gördü, durdu kaldi yine.
***
Ocak basinda oturmus bir ihtiyarca kadin.
"Açiz! Açiz!" diye feryâd eden çocuklarinin,
Karistirip duruyorken pisen nevâlesini;
Çikardi yuttugu yaslarda çirpinan sesini:
-Durunda yavrularim, iste simdicek pisecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pismiyordu yemek!
Çocuklarin yeniden baslamisti nâleleri...
Selami verdi Ömer, daldi âkibet içeri.
Selami aldi kadin pek besus bir yüzle.
-Bu yavrular niçin, ey teyze, agliyor, söyle?
-Bu gün ikinci gün, aç kaldilar...
-O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
-Yemek mi? Çömlegi sen,
Tirit mi zannediyorsun? Içinde sâde su var
Çakil tasiyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayiplamayin.
-Peki senin kocan, oglun, ya kardesin, ya dayin...
Tek erkegin de mi yok?
-Hepsi öldü... Kimsem yok.
-Senin midir bu küçükler?
-Torunlarim.
-Ne de çok!
Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?
Ah!
Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakinda râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsini dünyâda isterim bulsun!
-Ne yapti, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?
-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhiz;
Gelip de bir aramak yok mu?
-Haklisin, yalniz,
Zavallinin isi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememissen ne haldesin bilemez.
-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemisti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallinin isi çokmus!... Nedir, muhârebe mi?
Isitme sen de civârinda inleyen elemi,
Medâne halkini üryan birak, Misir'da dolas...
Gaza! Gaza! diye git, soy cihâni, gel paylas!
Çocuklarin bu sefer yükselince feryâdi,
Kadin, tehevvürü artik cünûna vardirdi;
- Su nevhalar ki çikar tâ bulutlarin içine,
Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!
Yetîmin âhini yagmur duâsi zannetme:
O sayha ra'd-i kazâdir ki gönderir ademe!
"Açiz! Açiz! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "
"Susundu yavrularim, iste oldu, simdi piser!"
Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdi babam,
Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
Ömer vuruldu bu son sözle...
- Haklisin, teyze!
Avut çocuklari, ben simdicek gider gelirim.
***
Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;
Ben arkasinda, perîsan, çadirdan ayrildik.
Sabâha karsi biraz baslamisti aydinlik.
Köyün köpekleri ejder misâli saldiriyor,
Birakmiyor bizi yoldan, fakat kim aldiriyor!
Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarina;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarina.
Halîfe girdi açip, ben de girdim emriyle.
Arandi her yeri, bir mum yakip ale'l-acele.
- Su tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yag doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe'de, yag bende, çiktik anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktim, uzun; yük yaman; Ömer yarali;
Dedim ki:
- Ben götüreydim... Verir misin çuvali?
- Hayir, yorulsa degil, ölse yardim etme sakin:
Vebâli kendine âiddir Ibni Hattâb'in.
Kadin ne söyledi, Abbas, isitmedin mi demin?
Yarin huzûr-i Ilâhide, kimseler, Ömer'in
Serîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.
Kenâr-i Dicle'de bir kurt asirsa bir koyunu,
Gelir de adl-i Ilâhî sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar kan bî-kes kalir, Ömer mes'ûl!
Yetîmin, girye-i hüsrân alir, Ömer mes'ûl!
Bir âsiyân-i sefâlet bakilmayip göçse:
Ömer kalir yine altinda, hiç degil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur bogar Ömer'i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârindan;
Ömer kogulmada her mâtemin civârindan!
Ömer halife iken baska kim çikar mes'ûl?
Ömer ne yapsin, Ilâhî, beser zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...
Ömer! Ömer! Nasil aldin bu bâri sirtina sen?
- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
Idâre eyliyecek düstügün bu ma'rekeyi?
Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eger,
Ömer degil ya ne olsan birak ki hepsi heder!
Beser, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fitraten beser mazlûm!
Görür bürûc-i semânin bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altinda inleyen Ömer'i!
Huzûr-i Hakk'a çikarken bu unlu cebhenle,
Degil zemîni, getir sâhid âsümâni bile!
- Uzak mi yol? Daha çok var mi?
- Ancak üç bes adim.
Mecâli kalmamis artik zavallinin... Baktim:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavas yavas yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasindan unu:
- Birak da testiyi yerlestirin kenâra sunu.
Hemen çakillari çömlekten indirip atti,
Uzandi testiye, yag koydii, sonra un katti.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak
Hemen sönüp gidecek...
- Teyze, yok mu hiç yakacak?
Kadin getirdi bes on parça yas diken Ömer'e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hâriyle;
Zemîni lihye-i beyzâ yi târumâriyle,
Sücûd tavr-i husû'unda, muttasil süpürür;
Içinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhinda tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hiyat-i nurundan!
Ocak tutustu, yemek pisti;
- Var mi teyze kabin?
Getir de indirelim...
- Var büyükçe bir kap, alin.
Yemek sicakti, fakat kim durup da bekliyecek!
Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl
Kesildi haymede mâtem, uyandi rûh-i süiûr;
Çocuklar oynasiyorlar, kadin ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gasy içindeydi...
Dedim:
- Sabâh oluyor kalkalim...
- Evet, haydi!
Yarin Emâret'e gel teyze, ögleyin beni bul;
Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.
***
Yüzü gülmüstü teyzenin, baktik,
Biz de çiktik vedâ edip artik
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Dogru indik Halife'nin evine.
"Simdi nerdeysegün dogar, kaliver."
Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledar
Uyuyan sehri kamilen bidar
Ögle geçmisti, çikti geldi kadin.
-Galiba, teyze, uykusuz kaldin!
Iste baglanmak üzredir nafakan,
Alacaksin her ay gelip buradan.
Simdi affeyledin degil mi beni?
-Böyle göster fakat adaletini.
KORKMA!
Cehennem olsa gelen gögsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz!
Düsermi tek tesi sandin harim-I namusun?
Meger ki harbe giren son nefer sehit olsun.
Su karsimizdaki mahser kudursa çildirsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yagdirsa;
Bu altimizdaki yerden bütün yanardaglar,
Tasipda kaplasa afaki bir kizil sarsar;
Degil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, aci bir, gaye ayni, vicdan bir;
Degil mi sinede birdir vuran yürek… yilmaz.!
Cihan yikilsa, emin ol, bu cephe sarsilmaz
KOSOVA
Nerede olsam karsima çikiyor bir kanli ova
Sen misin yoksa hayalin mi vefasiz kosova
Hani binlerce mefahirdi senin her adimin
Hani sinende yarip geçtigi yol Yildirim'in
Hani asker, hani kalbinde yatan sah-i sehid
Söyle Meshed öpeyim secde edip topragini
Yokmudur Murad'in sende iki üç damla kani
MAHALLE KAHVESI
Kardesim Hüseyin Avni'ye
"Mahalle kahvesi!" Osmanlilar bilir ne demek?
Tasavvur etme sakin "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci sekline girmis bu "sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adimda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavalli yolcunun artik kiyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanir seyr eden kiyâfetini;
Fakat bir onluga âgûs açan sefâletini
Görüp de rikkate sâyân, biraz sokulsa, hemen
Vurur sikânni tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamali?
Kapansin elverir artik bu perde pek kanli!
Hayir, bu perde, bu Sark'in bakilmiyan yarasi;
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karasi
Hayâtimizda gediktir "gedikli" nâmiyle,
Açik durur koca bir kavmin ihtimâmiyle!
Sakin firengiye benzetmeyin fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle kahvesi Sark'in harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
Zavalli ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
Muhît-i levsine dolmus ki öyle manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çikar!
Yatarzemîn-i sefilinde en kesîf esbâh,
Yüzer havâ-yi sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-i lâ'nete benzer yariklariyle tavan,
Kusar içinde neler varsa hâtirâtindan!
0 hâtirâti sakin sanmayin: Meâlîdir;
Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalniz,
Mülevvesâtina mâzîmizin sarilmadayiz?
Kis uykusunda mi geçmisti ömrü ecdâdin?
Hayir, o nesl-i necîbin, o sanli evlâdin
Damarlarinda sehâmet yüzerdi kan yerine;
Yüreklerinde ölüm sevki vardi can yerine.
Fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazik,
Birer birer yikarak kahvehâneler yaptik!
Bütün heyâkil-i san'at yetistiren Sark'in,
Zemîn-i feyzi nasil sûre-zâra döndü bakin!
Ne hastahânesi kalmis zavalli eslâfin,
Ne bir imâreti, bitmis elinde ahlâfin.
Kanallann izi yok köprüler harâb olmus;
Sebillerin basi bos, çesmeler serâb olmus!
O kahraman babalardan dogan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-i maîset bilir, ne kedd-i yemîn.
Azâb içinde kalir sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmali zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak dogru, hem de cennetlik.
Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
"Hayât-i âile" isminde bir ma'îset var;
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
Hayât-i âile dünyâda en safâli hayat,
Fakat o âlemi bizler tanir miyiz? Heyhat!
Sabahleyin dolasip bir kazanca hizmetle;
Evinde aksam otursan kemâl-i izzetle;
Karin, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
Dolassalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-i cenneti yurdunda görsen olmaz mi?
Içinde his tasiyan kalb için bu zevk az mi?
Karin nedîme-i rûhun; çocuklarin rûhun
Anan, baban birer âgûs-i ilticâ-yi masûn.
Sikildin öyle mi! Lâkin, biraz alissan eger
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.
Ne var su kahvede bilmem ki sigmiyorsun eve?
Gelin de bir bakalim... Buyrun iste bir kahve:
***
Çamurlu bir kapi, üstünde bir degirmi delik;
Önünde tahta mi, toprak mi? Sonna, pis bir esik.
Su gördügüm yer için her söylesem câiz;
Ahirla farki: O yemliklidir, bu yemliksiz!.
Zemîni yüz sene evvel dösenme malta imis..
"Imis "le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun is
O bir karis kirin altinda hângi mâden var?
Tavan açik kuka renginde; sagli sollu duvar,
Maun cilâsina batmis tütünle nargileden;
Duman ocak gibi çikmakta çünkü her lüleden.
Dikilmis ortaya boynundan üstü az koyu al,
Vücûdu kapkara, leylek bacakli bir mangal.
Su var ki bilmeyen insan görürse birden eger,
"Balikçilin kara saçtan yapilma heykeli!" der:
Kenarda, peykelerin alt basinda bir kirli
Tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:
Çekilmis üstüne yagmurlugumsu bir pirti,
Zavallinin, güveden, lîme lîme hep sirti.
Kurur bu örtünün üstünde yagli bir mendil;
Ki "bir tependen inersem!" diyen hasir zenbil;
Onun hizâsina gelmez mi, bir döner çöyle,
Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!
Duvarda eski ocaklar kadar genis bir oyuk,
Içinde camli dolap var ya, raflarinda ne yok!
Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;
Onun yaninda kan almak için bes on boynuz.
Ikinci katta bütün kerpetenler, usturalar...
Demek ki kahveci hem dis tabîbi, hem perukâr!
Inanmadinsa degildir tereddüdün sirasi;
Uzun lâkirdiya hâcet ne? Iste mosturasi;
Çekerken etli kemiklerle aynlip çeneden,
Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
Su kazma disleri sen mahya belledinse, degil;
Birer mezâra isâret düsün ki her kandil!
Üçüncü katta durur sâde havlu bohçalari.
Saginda cam dolabin hücre hücre bitpazari.
Duvarda türlü resimler: Alindi Çamlibeli,
Kaçirmis Ayvaz'i aglar Köroglu rahmetli!
Arab Üzengi ye çalmis Sah Ismail gürzü;
Agaçta bagli duran kizda iste simdi gözü.
Firaklidir Kerem'in "Of?" der demez yanisi,
Fakat su "Ah mine'l-ask"a kim durur karsi?
Gelince Ezrakabânû denen acûze kadin
Külüngü düsmüs elinden zavalli Ferhâd'in!
Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçi yilan,
Beyaz bir arslana binmis; durur mu hiç dede can?
Bakindi bak Haci Bektâs'a: Deh demis duvara!
Resim bitince gelir süphesiz ki beyte sira.
Birer birer oku mümkünse, sonra ma'nâ ver...
Hayir, hülâsasi kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düsün,
Epey zaman daha lâzimdi herze olmak için!
Oturmadan içi yag baglamis bodur masanin,
Yayilmis üstüne birçok kâgit ki, oynayanin,
Elinde yagli mesin zannedergörünce adam.
Ya tavlanin kiri? Kâbil degildir, anlatamam.
Harîta-vâri açilmis en orta yerde dama;
Beyaz mi taslari, yâhud siyah mi, hiç sonna!
Hutûtu: Gâyr-i muayyen hudûdu memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin ;
Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
Bakinca bunlara gâyet temiz kalir domine.
Delikli çekmece var ha! Demirbas esyadan;
Yaninda bir de kulaksiz tekir.. Unutma aman!
Asildi bey koza!
-Besbelli, bak siritti aval;
- Bacak elinde mi?
- Kir, Hamdi sen de dagliyi al.
-Ulan! Kapakta imis dagli... Hay köpek oglu köpek!
-Köpek oglu kendine benzer, uzun kulakli esek!
-Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayi tut.
-Halim, ne ugrasiyorsun bu çikmaz iste: Kaput!
- Cihâr ü yek mi o tas?
-Hiç sikilma öldü dü-ses!
-Elimde yok mu diyor? Çek babam!
Aman ses-bes!
- Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayip durma!
- Bi parti yendi ya aksam, dikiz gelin kuruma!
- Dü-besle bagliyorum.
-Yagma yok!
-Elindeki ne?
-Se-yek.
Aman durun öyleyse: Penc ü yek domine!
-Mizikçi dendi mi, sensin diyor, bakin agalar:
Kirik mi söyleyin Allâh için Su cânim zar?
-Kirik!
-Degil!
Alimallah kirik!
-Degil billâh
-Yeminsiz oyniyamazlar ki, ah çocuklar ah!
-Karismasan için olmaz degil mi? Sen de bunak!
-Gelirsem ögretirim simdi...
Ay su pampine bak!
Gelip de ögretecekmis... Mezarci Mahmud'a git!
Bir üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
-Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygi var, ne hayâ var. Eger bizim isimiz,
Bu kaltabanlara kalmissa vay benim basima!
-Herif belâya sokarsin dirildanip durma!
-Mezarci Mahmud'a git ha? Bakin it ogluna bir!
Küfürbaz alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
-Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Aga?.
-Biraksalar beni, çoktan marizlemistim ya!
Mezarci Mahmud'a ha? Vay babasinin canina.
Bunun yasinda iken biz büyüklerin yanina,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
Otur, demezseler elpençe sâde dinlerdik;
Hayir, bu böyle degildir demek, ne haddimize!
Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze
-Otuz yasinda idim belki; annesiz, disari
Kolay kolay çikamazdim: Döverdi çünkü kari!
Bugün, onaltiyi doldurmamis yumurcaklar,
Odun yemez iyi bil ha! Geberse karsi koyar.
Geçende dövmek için yoklayim dedim Kerim'i...
Birak! Esek degilim ben, deyip dikilmez mi?
Dayak esekler içinmis, adam dövülmezmis..
Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz Bekir, bu ne is?
Döverdiler bizi hergün de karsi koymazdik...
Ben öyle terbiye oldum... Kolay mi insanlik?
-Dokundurur mu, ne mümkün, eloglu hiç adama?
O müslümanlari sen simdi, hey kuzum arama!
Gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
Zavalli, açmaza düsmüs... Bakin hesaplamaya!
Oyuncunun biri dalgin, elinde tas duruyor;
Rakîbi halbuki lâ yenkâti' biyik buruyor.
Seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
Düsrünmelerdeki sîveyse büsbütün baska:
Kiminde el, filân aslâ karismiyorken ise,
Kiminde durmadan isler benân-i endîse.
Al iste: "Beyne burundan gerek, demis de, hulûl"
Taharriyât-i amîkayla muttasil mesgûl!
Mühendis olmali mutlak su ak sakalli adam:
Zemîne dâire seklindeki yaydi bir balgam;
Abanmis oldugu bir yamri yumru degnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüzsekle!
Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
Külâhli, fesli dizilmis yigin yigin çehre:
Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
Duyulmamis bu beyinlerde his denen meleke!
Aman canim, su bizim komsu amma ugrasici!
-Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Haci!
-Çocugu, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
Sokak sokak geziyor...
-Koymuyor mu medreseye?
-Koyar mi hiç?Arabî simdi kim okur artik?
-Evet, gâvurcaya düstük de sanki is yaptik!
-Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
Ilim de kalmadi...
-Zâten ne kaldi? Hiçbirsey.
- Mahalle mektebi lâzimdir eski yolda bize;
Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi. Keyfinize!
-On üç yasinda idim aldigim zaman ketebe.
Geçende, sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
Dedim, oglan seni gel ben bir imtihân edeyim,
Otur da yap bakalim söyle bir kiyak temmim.
-Nasil, becerdi mi?
-Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,
Tamam bes ayda degistimdi kalfamiz sag iken.
-Nedir elindeki yâhuu?
-Ceride.
-At su pisi.
-Neden?
-Yalan yaziyor, oglum, onlarin hepisi.
-Ya dogru yazsa asarlar... Ne oldu Volkan'ci,
Unuttunuz mu?
-Birak bosbogazlik etme Haci?
Su karsidan gözeten fesli, zannim agzikara...
-Hayir, demem o degil...
-Durma sen belâni ara!
-Canim lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
-Biraz rahatsizim Ahmed, yakin benim feneri!
Duyuldu bir iri ses, arkasindan istigfâr...
Meger gegirti imis.
-Pek sifâli sey su hiyar.
Cacik yedin mi, ne hikmet, hazir hemen teftîh...
-Evet sifâli yemistir...
-Yemis mi? Lâ-tesbîh.
-Günâha girme. Tefâsîrde öyle yazmislar...
Dayim demisti ki: Gördüm, hiyar hadiste de var:
-Hasan , bizim yeni dâmad ne oldu anlamadik
Görünmüyor?
-Kari koyvermiyor. Herif, kilibik.
-Evinde çan çan eden erkegin de aklina sas...
Laf anlamaz disi mahluku, durma sen ugras.
-Kim ugrasir a babam, bunca yillik ehlim iken,
Adem hesabina koymam bizim köroglunu ben.
........................
........................
Tavanin pervazi altindaki toprak yuvadan,
Bakiyor bunlara, yan yan, iki çifte ince nazar:
"Ya sizin bir yuvaniz yok mu?" diyor anlasilan,
Disi erkek çalisan yavrulu kirlangiçlar
x
x
x
x
x
x
MEYHANE
Canim sikildi dün aksam, sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptim ki, önce bilmezdim.
Bitince bir sira ev, sonra bir de virane,
Dikildi karsima bir han kilikli meyhane.
Basik tavanli, karanlik, sefil bir dükkan;
Içinde bir masa, yahut civar tabutluktan
Atilma çok ölü görmüs acikli bir tenesir!
Yaninda hurdasi çikmis bir eski püskü sedir.
Sakat, bacaksiz on, on bes hasirli iskemle,
Kirik dökük siseler, bir de çinko tepsiyle,
Bes on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgahlik
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandik.
Sönük sönük yaniyor rafta isli bir lamba...
Önünde bir küme: fes, takke, hirka, salta, aba
Kimildanip duruyorken, sefil bir sohbet,
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahset:
-Kuzum Dimitri, bu aksam biraz ziyadece ver...
-Ziyade, anladik amma ya içtigin siseler?
-Çizersin...-Öyle mi? Lakin, silinmiyor çetele!
Bakin tavan tebesirden görünmez oldu...-Hele!
-Bizim pesin paramiz... Anladin mi dün kurusu?
-Ayol tükendi mezem... Bari koy biraz tursu.
Aratti kendini ustan... Dinince dinlersin!
-Hasan be, sende nasil nazli nazli söylersin!
Nedir o türkü... Aman baska yok mu?...Hah, söyle!
-Ömer, ne nazlaniyorsun? Biraz da sen söyle.
-Nevazil olmusum, Ahmed, birak sesim yok hiç...
-Sesin mi yok? Açilir simdi: bir imam suyu iç!
-Yarin ne istesin Osman? -Ne isteyim...Burada!
-Dimitri çorbaci, doldur! Ne durmusun orada?
-O kim gelen?
-Baba Arif.
-Sakalli, gel bakalim...
Yanas.
-Selamünaleyküm.
-Otur biraz çakalim...
-Dimitri, hey parasiz geldi sanma, iste para!
-Ey anladik a kuzum...
-Sar be yoldasim cigara...
-Aman bizim Baba Arif susuz musuz içiyor!
-Onun bi dalgasi olmak gerek: Tünel geçiyor.
-Moruk, kaçinci kadeh? Simdicik sizarsin ha!
-Sizarsa mis gibi yer, yetmemis adam degil a.
Yavas yavas kafalar, kelleler kizismisti,
Agiz, burun, hele sesler bütün karismisti;
Dikildi agzina baktim, açik duran kapinin,
Fener elinde bir erkek, yaninda bir de kadin.
Bes on dakika süren bir düsünceden sonra,
Kadin girdi o zulmet-sera-yi menfura.
Gözünde ebr-i teessür, yüzünde hun-i hicab,
Vücudu ra'se-i naçar-i ye's içinde harab,
Teveccüh eyleyerek sonradan gelen Babaya:
-Demek tasinmali artik çoluk çocuk buraya!
Ayol, nedir bu senin yaptigin? Utan azicik...
Anan da, ben de, yumurcaklarin da aç kaldik!
Ne is, ne güç, gece gündüz içip zibar sade;
Sakin düsünme çocuklar acep ne yer evde?
Evet, sen el kapisinda surun isin yoksa!
Getir bu sarhosa yutsun, getir paran çoksa!
Zavalli ben... Çamasir, tahta, her gün ugras da,
Sonunda bir paralar yok, el elde bas basta!
O tahtalar, çamasirlar da geçti, yok halim...
Ayakta sallanisim zorlanir Huda alim!
Çalismadin, beni hep bunca yil çalistirdin;
O yavrucaklari çiplak, sefil alistirdin;
Bilir mahalleli kim, aldigin zamanda beni,
Çehiz çimenle donatmisti beybabam evini.
Ne oldu simdi o esya? Satip kumarda yedin!
Evet, kumarda yedin, hem de karsilarda yedin!
Herif! Su halime bak, merhametli ol azicik...
Birak o zikkimi, içtiklerin yeter artik.
Efendiler, agalar, siz de bir nasihat edin,
Sizin belki var evladiniz...
-Hasan, ne dedin?
-Birak, köpoglu kadin amma çalçeneymis ha!
-Benimki çok daha fazlaydi.
-Etme!
-Elbet ya!
Onun için bosadim. Sen isitmedin mi Halim?
-Kadin lakirdisi girmez kulagima zati benim.
Senin kadin dedigin adete pabuç gibidir:
Biraz vakti tasinir, sonradan degistirilir.
Kadin bu sözleri duymaz, tazallüm eylerdi;
Herif mezar tasi tavriyle sade dinlerdi;
Açilip agzi nihayet, açilmaz olsa idi!
Tasip döküldü, içinden su la'net-i ebedi:
-Cehennem ol seni hinzir orospu, git Bossun!
-Ben anladim isi, sen komsu, iyice sarhossun;
Ayiltiniz sunu yahut!
-ilismeyin!
-Birakin!
Herif ayildi mi, bilmem, düsüp bayildi kadin!