BENERCI KENDINI NIÇIN ÖLDÜRDÜ? (IKINCI KISIM )
BIRINCI BAP
BENERCI TEKRAR ARKADASLARINA KAVUSUR... SOMADEVA YATAGA DÜSER... ROY DRANAT'IN HAYAT FELSEFESI... YIRMINCI ASIR TARIHININ BASLANGICI V.S... V. S...
Noktanoktanoktanokta nooook-ta
Basmistir yine bagrina Benerci'yi
o inanilmayacak kadar iyi
kahredip yaratan KALKÜTA.
Noktanoktanoktanokta Noooook-ta
I
Bu yaz:
Sabahlari — taze süt gibi beyaz,
ögle zamanlari — erimis bakir gibi aydinlik,
aksamlari — Bombayli kadinlarin esmer teninden ilik
ve geceleri — üzüm salkimlari gibi yildizliyken hava
SOMADEVA
düstü yataga.
Kan geliyor bogazindan.
Dinleyin bunu Benerci'nin agzindan:
«— Gazete kâatlariyla örtülmüs olan masada bir gaz lambasi yaniyordu. Somadeva, duvarin dibindeki yer yatagindaydi. Boynu bembeyaz. Elmacik kemiklerinin derisi kirmizilasmisti. Tirasi uzamis. Ve gözleri lüzumundan fazla aydinlik, lüzumundan fazla karanlikti.
Yatak çarsafinin ayak ucunda bir tahta kurusu yürüyor.
Gittim, tahta kurusunu aldim. Masadaki gazete kâadini kopardim, koyulasmis siyah bir kan damlasina benziyen hayvani kâadin içinde ezdim.
Somadeva güldü:
— Benerci, beni seviyorsun, dedi.
Gözlerini yüzümde gezdirdi. Gözleri alnimda durdu:
— Benerci, seneler geçti. Benim attigim tasin izi silinmemis. Bunun simdi farkina vardim, dedi.
Yeni dogmus bir çocuk gibi nefes aldi:
— Bugün iyiceyim, dedi.
Su istedi. Verdim.
— Karanlik, dedi.
Lambanin fitilini açtim.
Yine ona para getirmistim.
— Bu parayi nineye verirsin yine. Her gün besleyici yemekler pisirsin. Hem, üç ögün mutlaka yemelisin, dedim.
Cevap vermedi:
— Geçen hafta sana getirdigim paradan hapisanedekilere göndermissin, sonra iki gün kuru ekmek yemissin, dedim.
Isitmemezlige geldi.
— Sana yemegin için verilen parayi baska yerlere harcamaya hakkin yok, dedim. Yemek yemen, iyi olman lâzim, dedim.
Bir sey söylemek istedi.
Söylemedi.
Düsünüyorum.
Bir kamyonun üstünden uçsuz bucaksiz kalabaliga söz söyliyen Somadeva aklima geliyor.
Yagmurlu bir aksam aklima geliyor. Karakolun duvarina çömelmisim. Içerde Somadeva'nin omuz baslari lime lime yarilarak kaniyor.
Somadeva'nin mahkemesi aklima geliyor. Yumruklarini maznun parmakligina vurarak haykiriyor.
Somadeva hapisaneden kaçiyor. Yine beraberiz. Britanya'ya karsi grevler, nümayisler, içtimalar...
Sicak bir ögle zamani aklima geliyor. Uzun bir yol yürüyoruz. Terimi silmek için Somadeva'dan mendilini istiyorum. Dalgin, mendilini veriyor. Mendilde kan.
Gece bogazindan kan bosanmis. Doktora gidiyoruz. Verem.
Metelik yok. Zaten hastaneye de yatirmak mümkün degil. Kaçak.
Somadeva'yi, ninenin evinde, duvarin dibindeki yer yatagina yatirdigim gün aklima geliyor.
Düsünüyorum.
Kötü, berbat seyler aklima geliyor.
Sonra, mendillerine kan tüküren veremli genç kiz romanlari okuya okuya, bütün bu anlattiklarimi bayagi bulacak olan bazi okuyucular aklima geliyor.
Gülüyorum.
Somadeva soruyor:
— Niye güldün?
— Hiç.. Hem artik ben gidecegim.
Somadeva soruyor:
— Haftaya geleceksin degil mi?
— Tabii.
Odadan çikarken Somadeva'nin sesini isitiyorum:
— Böyle duvar dibinde sirtüstü gebermek berbat sey be. Hiç olmazsa orada ölsem. Sen, söyle arkadaslara...
Gözlerim yas içinde.
— Arkadaslara söyle. Unutma, Benerci. Orada. Anliyor musun?»
II
Sicak.
Ufukta isildayarak
nehir akiyor.
Benerci kapali bir kitap gibi.
ROY DRANAT topraga bakiyor
Ve konusuyor, yari yoldan dönen
bizim eski ahbap gibi:
«— Benerci sen
yüksek daglarin çayirlarinda biten
keskin kokulu
göz alan renkli bir otsun.
Fakat
devedikeninden
daha faydasiz bir ot.
Benerci sen bir Don Kisot'sun,
kahraman
ve gülünç
bir Don Kisot.
Benerci bil ki
neticeler çikarmak
öyle mümkün degil ki...
Hayat öyle karisik.
Geç efendim, bunlari birak.
Aksamüstü serinlikte teferrüce çik...
Ve Yahya Kemal beyi asrîlestir biraz,
yaz:
"Söyle rahat bir kûseye sigindik da biz
Dehrin bu hayi huyuna meclubu handeyiz..."
Gerisini at.
Iste felsefei hayat.»
Benerci güldü.
Ben bir sey demedim.
Eski bir kavga sarkisi mirildanarak
bakiyorum ufukta akan suya.
Sicak.
Yazdim bütün gece Benerci'yi,
simdi bir yatsam uykuya.*
(*) Okuyucularima, ismiyle ilk defa karsilastiklari ROY DRANAT hakkinda kisa bir malûmat vermeyi münasip buldum. Roy Dranat, Benerci'nin eski bir kavga arkadasiydi. Fakat sonra, galiba korktu, galiba sabri tükendi ve galiba ruhunu satip rahati bulmak firsatini ele geçirdi. Kavgadan ayrildi. Simdi ROY DRANAT, Ingiliz emperyalizminin emrinde, sakalsiz, pelerinsiz ve kiliçsiz, rahatini arayan zavalli, mustarip bir Faust'tur. N.Hikmet
III.
«Kesmirli Ebe kadin
anamin kasiklarindan çekti beni.
Ve
kundakladi bir sinema biletiyle.
Biletim
üçüncü mevkiydi.
Anam
etekligini giydi,
babam
mavi gömlegini,
yola düzüldük...
Gittigimiz sinemanin
üç kapisi var:
Birincinin önünde:
otomobiller tepiniyor,
frakli Britanya bankalari iniyor.
Ikincinin önünde:
küçük dar
dükkânlarla
dar
tarlalar.
Üçüncü kapi bizim,
oradan
biz giriyoruz,
istihsal aletinden mahrum olanlar.
Içerde
the polismenler gösteriyor yerlerini
müsterilerin:
— Buyrun siz oturunuz!
Oturtuldular.
— Oturun!
Oturdular.
— Otur ulan kerata...
Oturduk.
Lambalar söndü.
Muzika basladi, makina döndü.
Perdede
filmin ismi göründü:
(Yirminci Asrin Sergüzestleri nâm
dram.)
Yirminci asir
dört kanatli bir tayyareden
mendil salladi bize.
Yakasinda kapitalizm
açildi kabak çiçegi gibi.
O kadar çogaldi
o kadar
uzadi ki bacalar
saçlarindan asildilar sira sira
kehkesanlara.
Öyle duman çikti, kurum yagdi ki
gökte Allah bile meleklere
Amerikan markali musambalar giydirdi.
Sikagolu bir milyoner
öptü telsiz telefonla
Tokyolu sevgilisini.
Elektrikli salhanelerde
makinalarin bir agzindan pastirma attilar,
öbür agzindan
boynuzlu inekler çikti.
Bir cografya hocasi dedi ki derste:
"Senegalli zencinin yegâne derdi
yüzünün siyah olmasidir."
Bu haber bir velveleyle köpürdü Paris'te,
müstemlekeler nezareti emir verdi,
pudra fabrikalari geçti seferberlige.
Paris'te olan isler duyulunca Londra'dan
hemen içtima edip karar koydu Avam Kamarasi:
"Kiçlarina kuyruk takmiyan Hintlilerin
kesilecek kafasi."
Telsizler daha teblig ederken bu karari Hind'e
muazzam bir kuyruk tröstü tesekkül etti
Mançister sehrinde.
Kutbu simalide Eskimolar
görünce bu halleri,
kiça kuyruk takmamak
ve degistirmemek için deri,
ince Japon fincanlarinda
okkalarla Hollanda sütü içmege basladilar.
Üstünde uzun katarlar kayan raylar,
bahrimuhitlerin elli bin tonluklari
ham mevat tasiyorlar müstemlekelerden.
Kilometreler
ticaret evleriyle baglandi birbirine.
Sahrayi Kebir'in ortasinda
ilân kuleleri dikildi.
Tröstler kartellerle tokusuyor.
Balyalar, denkler, çuvallar, kutular
sarktan garba, garptan sarka kosuyor...
Perde karardi, makina durdu.
Perde beyazlandi, lambalar yandi.
Lambalar yanar yanmaz
kocaman bir gürültü ortalikta çalkandi.
Babama sordum:
"— Ne oldu?"
Anam güldü.
Ve birdenbire küçücük kafam
yukardan düsen bir kitabin
yapraklariyla örtüldü.
Kitabi kafamdan atip yukari baktim:
Britanya bankalarinin localarindan
filozoflar:
tonlarla yaldizli eserlerini
firlatiyorlar üstümüze.
Lambalar söndü.
Muzika basladi, makina döndü.
Perdede
ikinci kismin ismi göründü
"Hindistanli Parya
VE PROLETARYA.."
The polismenler el atti kiçlarina.
Birinci mevki homurdandi.
Ikinci sallandi.
Bagirdi üçüncü mevki
avazi çiktigi kadar:
"— Geliyor, ror, geliyor bizimkiler...."
Mehtaba, dökülen bahrimuhit gibi
mavi pantolonlarin dalgalari
kapladi perdeyi.
Basladi resmigeçit
Misisipi gibi uzun
Amazon kadar genis.
Maden ocaklarinda çalisanlar
ata biner gibi kazmalarina binip
tünellerde kosuyorlardi dörtnala.
Kesmirli mensucat amelesi
hep bir agizdan sarkilar okuyarak
kocaman bir bayrak dokuyarak
geçti.
Nakliyatçilar
sehirlere tekerlek takarak
tramvaylara çektirdiler.
Elektrikçiler
lastik eldivenlerine
sirma saçlarindan
dolamislardi voltlari.
Elektrikçiler
geçtiler,
elektrik kadar temiz
elektrik kadar çevik,
elektrik
elektrik...
Geçiyor bizimkiler
Misisipi gibi uzun
Amazon kadar genis...
Omuzlarimda fir dönerken kafam
karnima vurdu babam.
Simdi yürüyordu perdede
on milyon beygir kuvvetinde bir istirap:
Elleri ceplerinde kilitli
parmaklari burunlarinda
agir agir sürüklendi issiz ordusu.
Adimlari
nalladi
gözbebeklerimizin kulaklarini.
Siritti birinci mevki.
Ikinci düsündü.
Perdede
yeni yazi göründü:
"BURJUVAZI!."
The polismenler giydi pazarliklarini.
Alkis yagdi localardan.
Agzi sulandi ikinci mevkiin.
Biz
çuvaldizla dikildik birbirimize gündeliklerimizden,
avuçlarimiz alevlendi,
firladi gözlerimiz
burun deliklerimizden.
Basladi resmigeçit:
Imparatorluk üniformalari
davul çalarak
yol açarak
geçti.
Britanyali diplomatlar
bonjurlarinin kuyruklarini
dösediler yola.
Bayraklar çekildi her karakola.
Sökün etti tröstler.
Baslarinda
banka kavaslarinin sapkasi vardi.
Sikistirmislardi fabrika bacalarini
kulaklarina.
Topraklarin kilometreleri
tespihti ellerinde.
Agizlari havada kartel avliyordu.
Esham senetlerindendi boyunbaglari.
Parmaklarimla saydim bu daglari,
geçtiler.
Göründü mütesebbislerin alayi.
Hepsi bir iki fabrikanin
tutmustu kulaklarindan.
Sünnet çocuklari gibi yürüyorlardi.
Hepsinin parliyordu apis arasinda
malî sermayenin altin kazigi.
Bunlari da birer birer
saydik anamla beraber...
Alay bitti.
Toz duruldu.
Baktik ki, yollara
çiplak göbeklerinden çivilenmisti orospular.»
Somadeva deminden beri okudugu defteri kapatti. Yastiginin altina koydu ve Benerci'nin yüzüne bakti:
— Nasil buldun?
Benerci sordu:
— Hepsi bu kadar mi?
— Simdilik bu kadar. Daha dogrusu bu, yazmak istedigim «Yirminci Asir Hindistan Tarihi»nin baslangici.
— Bakalim gerisi nasil olacak?
— Gerisi, sonu harikulade olacak asil, Benerci. Bu tarihin sonu inanilmiyacak kadar mükemmel olacak. Yalniz bir yazabilsem, yani onu ben de bir yazabilseydim.
Benerci kalkti. Masanin üstündeki gaz lambasini yakmak istedi. Somadeva seslendi:
— Lambayi yakma. Böyle daha iyi. Geçmis gelecek, kafamin içindekileri böyle daha iyi görüyorum. Aksamlari atesim dehsetli artiyor. Agrilar filan dehsetli. Artik dayanilmiyacak kadar... Neyse, bunlari birak. Sen bir seyler anlat bakalim. Son günlerde okuyor musun? Fabrika kaçta bitiyor? Neler okudun?
— Son günlerde bir iki merakli kitap okudum. Hatta iki tanesi yanimda. Istersen lambayi yakayim da, sana biraz okuyayim.
— Olur, Benerci.
Benerci lambayi yakti.
— Kitaplardan biri, su meshur Fransiz gazetecisi Alber Londr'un. Fransiz Kongosu'na dair. Sana kitabin en feci faslindan bes on satir okuyacagim. Fransiz Kongosu'nun merkezi Brassavil'le Karaburun limanini birlestirecek olan Kongo - Osean demiryolunun insaatina dair birkaç satir. Insaati Batilon Sirketi yaptiriyor. Simdi, dinle:
Benerci lambanin fitilini biraz daha açti. Okumaya basladi:
«— Bakota, Baiyya, Linfaondo, Sara, Banda, Lizangö, Mabaja, Sinde, Loano kabilelerinin adamlari, dalgin hayatlarindan koparilarak Batilon'a gönderilmekteydiler.
Bu çok garip bir yolculuktu.
Istilâ zamanlarimizdan kalan mavnalara yükleniyorlardi.
Üç yüz, dört yüz baslik insan sürüleri güvertenin altina ve üstüne yigiliyordu. Asagida olanlar nefessizlikten boguluyorlardi; yukardakiler ne oturabiliyorlardi, ne de kalkabiliyorlardi. Ve ayaklarinda zencir olmadigi için, Brassavil'e kadar 15-20 gün süren yolculuk esnasinda Sari, Sangu, Kongo nehirlerine her gün iki üç insan kendini atiyordu.
Mavna yolunda ilerliyordu. Düsenlerin hepsini topliyamazsin ya!...
Kiyidan gidildigi zamanlar agaç dallari en yukarda bulunanlari nehre yuvarliyor... Hiçbir çati yok. 15 gün yuvarlak güvertenin üstünde. Günesin altinda. Yagmurun altinda. Ocak odunla yakildigi için, uçusan küçük kivilcimlar zencilerin derilerinde yaniklar yapiyor...
Iste nihayet Brassavil... Üç yüz kisiden ancak iki yüz altmisi, bazen de iki yüz ellisi gelebilmistir.
....Gelenler sürüye sokuluyor. Yaya yolculuk basliyacaktir. Ilk önce, en saglam olanlar seçiliyor.
....Ve sürü, balta görmemis ormanlardan yürüyerek, batakliklar geçerek, dehsetli Mayombe ormanina dogru ilerliyor.
....Bu korkunç bir manzaradir. 10 kilometreye uzanan insan sürüsü, bogumlarini kimildatmaya mecali olmayan uzun, yarali bir yilana benzer. Biyalilar düser, Zindeliler ayaklarini zorlukla sürükleyebilirler ve kirbacin dügümü onlari kovalar.
Ben demiryollarinin nasil yapildigini görmüsümdür. Is yerinde birçok aletler vardir. Fakat burada zencilerden baska hiçbir sey yok.....
....300 kilogram agirliginda çimento fiçilarini nakletmek için, Batilon Sirketi, bir sirik ve iki zenciden baska hiçbir vasitaya lüzum görmemis.
Irgatbasilarin ezdigi bitkin, yorgun, yarali, siska zenciler yiginlarla ölüyorlar.
....Bu muazzam bir zenci imhasi hareketiydi.
Batilon Sirketi'ne verilen sekiz bin insan, az bir zaman içinde bes bin, sonra dört bin, daha sonra iki bine indi.
Ölenlerin yerini doldurmak için yeni devsirmeler yapiliyordu.
Zenciler ormanlara, Çat kiyilarina, Belçika Kongosu'na, Angola'ya kaçiyorlar. Eskiden insanlarin yasadiklari yerlerde, bizim müteahhitlerimiz simdi yalniz sempanzeleri buluyorlar......»
Benerci durdu ve,
— Somadeva, dedi, biliyor musun, bu kitabi yazan Alber Londr kimdir?
— Hayir, tahmin ediyorum. Onda dehsetli bir is adami kafasi var. Zencilerin mahvolusuna, körü körüne baltalanan bir ormanin mahvolmasi gibi aciyan bir adam. Anliyorum ki, o, Afrika'ya makina istiyor. Zenciyi ölümden kurtarmak için degil. Zenciyi daha semereli, daha uzun zaman, daha dayanikli islettikten sonra öldürmek için. Fransiz emperyalizminin aci söyleyen, dehsetli bir gazetecisi su Alber Londr.. Öyle degil mi?
— Öyle.. Istersen sana kitaplari birakirim. Öteki kitap Jorj Lefevr'in «Kauçugun Epopesi». Amerika otomobil fabrikalarina dair fasillari sayani hayret. Bu Lefevr kadar köpoglulukta mahir bir adam görmedim. Insanlarin, kocaman bir makinanin basit vidalari haline gelmesinde bile siir bulan bir adam. Kitabi okur anlarsin. Lambayi söndüreyim mi? Haftaya gelirim yine. Dört gün sonra yapilacak mitingin sonu neye varacak? Böyle hasta olmasaydin. Kuvvetli söz söyliyen, amma biçak gibi söz söyliyen bir arkadasa öyle ihtiyacimiz var ki. Neyse. Ben gidiyorum. Kendine iyi bak...
— Ben kendime iyi bakiyorum. Üzülme! Git. Lambayi söndür.
Benerci lambayi söndürdü. Ve sanki lambayi söndürür söndürmez, Somadeva hemen uyuyuvermismis gibi, ayaklarinin ucuna basarak odadan çikti.
Merdivenin sahanliginda, nine Benerci'yi kolundan tuttu:
— Ölecek, dedi. Belki, ölümün gelmesini beklemeden kendi kendini öldürecek. Benim oglum da, kafasini Ingilizler sopayla parçaladiktan sonra, o duvarin dibindeki yatakta ölmüstü. Bu da, o duvarin dibindeki yatakta ölecek. Belki de kendi kendini öldürecek. Çok agri çekiyor. Sana göstermiyor amma, siz hepiniz öyle agri çekseydiniz çoktan ölürdünüz.
— Kendini öldürecegini nerden biliyorsun? Sana bir sey söyledi mi?
— Bana bir sey söylemedi. Bana o yalniz iyi seyler söyler. Kendini öldürecegini yalniz kendine söyledi gibi geliyor bana. Bunu, belki kendine bile apaçik söylememistir. Belki de söylemistir. Dün, ben evde yokken, sokaga çikmis... Yataginin altina bir çikin korken gördüm. Çikinda ne vardi, bilmiyorum. Sokaktan bir sey alip getirdi.
Benerci, birdenbire geri dönüp Somadeva'dan sormak istedi. Sonra vazgeçti.
— Sen onu yalniz birakma, nine, ben iki üç gün sonra gelirim.
Benerci sokaga firladi.
Yürüdü.. Yürüdü...
Bir kösebasinda Roy Dranat'la karsilastilar.
Havagazi fenerinin altinda durdular. Roy Dranat sarhostu. Benerci'nin ellerini tuttu:
— Benerci, belki siz haklisiniz, dedi. Belki haklisiniz. Fakat, ben «dünyayi düzeltecek ben mi kaldim»a kadar düstüm. Mümkündür ki, «bes parmak bir olmaz»a kadar da alçalayim. Amma, bana öyle geliyor ki, sizin hakkiniz var. Allahaismarladik Benerci. Ben bu tarafa sapip yoluma gidiyorum, sen de yoluna git..
Roy Dranat, Benerci'nin ellerini birakti. Sapkasini çikardi. Yerlere kadar egilerek Benerci'yi selamladi:
— Belki, siz haklisiniz.......
Sallanarak uzaklasti..
IKINCI BAP
KALKÜTALI SEYYAR SATICI ESNAFINDAN BIR VATANDAS: KALKÜTA'DA, INGILTERE EMPERYALIZMI ALEYHINE YAPILAN MITINGI VE SOMADEVA'NIN ÖLÜMÜNÜ BERVEÇHI ÂTI ANLATIYOR.
I
Meydanda bir kalabalik vardi, kardasim,
uyy... aman kalabalik!!
Rüzgârli bir orman gibi uguldardi, kardasim,
bu yaman kalabalik.
Kalkütali tornacilar, Kesmirli dokumacilar,
Bombay gemicileri,
yetmis yedi denizin getirdigi
kum gibi
insan var.
Çirilçiplak çocuklar
sarkiyor salkimlarla agaçlarin dalindan.
Kocakarilar oturmuslar esiklere.
Igne degil, bir kil koparip atsan sakalindan
düsmezdi yere.
Meydanda bir kalabalik vardi, kardasim,
uyyy, aman kalabalik.
Dalgali, karanlik bir suya düsmüsüm gibi
beni sardi, kardasim,
bu yaman kalabalik.
Baktim ki taaa...
karsida
bir kamyonun üstünde bir adam
avaz avaz
söz söylüyor.
Ama ne söz söylüyor anam,
okkali söz söylüyor!!!
Bakiyorum adama,
bir sey anlamiyorum ama,
söz söylüyor herifçioglu
söz söylüyor,
okkali söz söylüyor:
«— Bilemem hangi sebeple, bilemem hangi sebebe!»
Etrafta bagiriyorlar:
«— Yassssa be!!!»
Ben de bagiriyorum.
Acayip bir türkü çagiriyorlar.
Makama uyup ben de çagiriyorum...
Yanimda seyrek sakalli bir ihtiyar:
«— Bunlar, delidir, diyor,
bunlar saniyorlar ki, diyor, biz
zorla devirebiliriz,
altin topuzlu kuyrugunu dalgalara vuran
denizlerin ortasinda demirden
bir aslan
gibi duran
kocaman
Britanya'yi...»
Simdi kamyonun üstünde baska bir adam..
Bu da söz söylüyor anam
söz söylüyor.
Okkali söz söylüyor.
Bakiyorum adama.
Bir sey anlamiyorum ama
belli ki ötekinden
daha okkali söylüyor.
Etrafta daha çok bagiriyorlar.
Ben de bagiriyorum.
Bu sefer baska bir türkü çagiriyorlar,
makama uyup ben de çagiriyorum...
Seyrek sakalli ihtiyar:
«— Bak, bu dogru söylüyor, diyor,
zorla degil,
güzellikle
yavas yavas, diyor, aliriz!..
Birdenbire ayrilirsak,
köksüz bir agacin dallari gibi kaliriz...»
Simdi kamyonun üstünde yine baska bir adam.
Elbet bu da söz söyleyecek anam.
Söz söylüyor.
Seyrek sakalli ihtiyarin keyfi yerinde yine.
Belli ki, geliyor kalabalik
seyrek sakallinin dedigine.
Adamlar çikip iniyor kamyonun üstünden.
Balta görmemis bir ormanda yürür gibi
yürüyorum kalabalikta kamyona dogru ben.
Bagirislar.
Türkü çagirislar.
Ben bir seycik anlamiyorum ama,
etraftan laflar çaliniyor kulagima:
— Sol taraf hapi yuttu!
— Kamyonun yaninda Benerci'ye bak!
Anasi ölmüs
kiz kardesi daga kaldirilmis gibi
somurttu...
— Gandi'nin hakki var!
— Hind'in kurtarici ilahlari:
dokuma tezgâhlari.
Deniz tutmus gibi dönüyor basim.
Birden bir kiyamettir koptu kardasim.
Bagrismalarla, ipte çamasir gibi sarsildi hava.
— Somadeva geliyor, Somadeva!
— Ona söz verin!
— Söyletmeyin, istemez!
— Dinlemiyoruz!
— Al asagi!
— Söyletmeyin, istemez.
Yanindakilerin omuzuna dayanarak
tirmandi kamyona bir adam.
Geldi bütün kalabalik
bu sapsari yüzlü bir tek adamla göz göze.
Ortalik tissss!
Somadeva basladi söze...
Hey anam! Heeey!
Herifte bir ses vardi, beyabey,
bir ses!
Hani, ormanda kaplanlar ölürken
böyle bagirir..
«— Arkadaslar!
dedi.
Hastayim..
Çok..
Fazla söze lüzum yok,
kendimi asacaktim.
Gidip bakin odama:
ipi yerde,
çengeli tavanda mihli biraktim.
Geberecektim bir kaçak gibi
az daha..
Arkadaslar!...»
dedi.
Ve sözünü bitiremedi.
Sallandi sola bir, saga bir...
Baktim ki kalabaliga bir
kalabalik da rüzgârli bir ekin gibi sallaniyor,
ben de sallaniyorum.
O yine:
«— Arkadaslar...»
dedi.
Yine sözünü bitiremedi.
Ve kamyonun üstünden
devrildi üstümüze..
Birdenbire, kardasim, bir hal oldu bize:
boydan boya meydan uzatti kollarini
düseni tutmak için.
Hani ancak
Lortlar Kamarasi'na girmeliyim
bu hali unutmak için.
Dalgali bir denize düsen ay isigi gibi
yüzdü bembeyaz ölüsü Somadeva'nin
yukari kalkan kollarin ve baslarin üstünde.
Meydan bagirdi, ben bagirdim:
«— Somadeva!
Somadeva!
Kavga sonuna kadar
kav—ga!...»
Omuz basimda inledi bir ses:
«— Deliler kesiyor kocaman bir çinarin
en yesil, en genis dalini.»
Dönüp arkama baktim ki, anam;
yoluyor seyrek sakalini
seyrek sakalli adam.