2






$AIRLERIN
$IIRLERI
ve
HAYATLARI



AHMET HA$IM

1

ATAOL BEHRAMOGLU

1

2

3

ATTILA ILHAN

1

2

3

4

5

CAHIT ZARIFOGLU

1

2

3

4

CAN YUCEL

1

2

3

ISMET OZEL

1

2

3

4

MEHMET AKIF ERSOY

1

2

3

MURATHAN MUNGAN

1

2

3

4

5

6

7

NAZIM HIKMET RAN

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

NECIP FAZIL KISAKUREK

1

2

ORHAN VELI KANIK

1

2

SEZAI KARAKOC

1

2

3

SUNAY AKIN

1

2

YAHYA KEMAL BEYATLI

1

YAVUZ BULENT BAKILER

1

YILMAZ ERDOGAN

1

  


2


BENERCI KENDINI NIÇIN ÖLDÜRDÜ?     (IKINCI KISIM )

 

BIRINCI BAP

 

BENERCI TEKRAR ARKADASLARINA KAVUSUR... SOMADEVA YATAGA DÜSER... ROY DRANAT'IN HAYAT FELSEFESI... YIRMINCI ASIR TARIHININ BASLANGICI  V.S...    V. S...

 

Noktanoktanoktanokta nooook-ta

Basmistir yine bagrina Benerci'yi

o inanilmayacak kadar iyi

kahredip yaratan KALKÜTA.

Noktanoktanoktanokta Noooook-ta

I

Bu yaz:
Sabahlari — taze süt gibi beyaz,
ögle zamanlari — erimis bakir gibi aydinlik,
aksamlari — Bombayli kadinlarin esmer teninden ilik
ve geceleri — üzüm salkimlari gibi yildizliyken hava
                                                          SOMADEVA
                                                           düstü yataga.
Kan geliyor bogazindan.
 

Dinleyin bunu Benerci'nin agzindan:
 

«— Gazete kâatlariyla örtülmüs olan masada bir gaz lambasi yaniyordu. Somadeva, duvarin dibindeki yer yatagindaydi. Boynu bembeyaz. Elmacik kemiklerinin derisi kirmizilasmisti. Tirasi uzamis. Ve gözleri lüzumundan fazla aydinlik, lüzumundan fazla karanlikti.
 

Yatak çarsafinin ayak ucunda bir tahta kurusu yürüyor.
 

Gittim, tahta kurusunu aldim. Masadaki gazete kâadini kopardim, koyulasmis siyah bir kan damlasina benziyen hayvani kâadin içinde ezdim.
 

Somadeva güldü:
 

— Benerci, beni seviyorsun, dedi.
 

Gözlerini yüzümde gezdirdi. Gözleri alnimda durdu:
 

— Benerci, seneler geçti. Benim attigim tasin izi silinmemis. Bunun simdi farkina vardim, dedi.
 

Yeni dogmus bir çocuk gibi nefes aldi:
 

— Bugün iyiceyim, dedi.
 

Su istedi. Verdim.
 

— Karanlik, dedi.
 

Lambanin fitilini açtim.
 

Yine ona para getirmistim.
 

— Bu parayi nineye verirsin yine. Her gün besleyici yemekler pisirsin. Hem, üç ögün mutlaka yemelisin, dedim.
 

Cevap vermedi:
 

— Geçen hafta sana getirdigim paradan hapisanedekilere göndermissin, sonra iki gün kuru ekmek yemissin, dedim.
 

Isitmemezlige geldi.
 

— Sana yemegin için verilen parayi baska yerlere harcamaya hakkin yok, dedim. Yemek yemen, iyi olman lâzim, dedim.
 

Bir sey söylemek istedi.
 

Söylemedi.
 

Düsünüyorum.
 

Bir kamyonun üstünden uçsuz bucaksiz kalabaliga söz söyliyen Somadeva aklima geliyor.
 

Yagmurlu bir aksam aklima geliyor. Karakolun duvarina çömelmisim. Içerde Somadeva'nin omuz baslari lime lime yarilarak kaniyor.
 

Somadeva'nin mahkemesi aklima geliyor. Yumruklarini maznun parmakligina vurarak haykiriyor.
 

Somadeva hapisaneden kaçiyor. Yine beraberiz. Britanya'ya karsi grevler, nümayisler, içtimalar...
 

Sicak bir ögle zamani aklima geliyor. Uzun bir yol yürüyoruz. Terimi silmek için Somadeva'dan mendilini istiyorum. Dalgin, mendilini veriyor. Mendilde kan.
 

Gece bogazindan kan bosanmis. Doktora gidiyoruz. Verem.
 

Metelik yok. Zaten hastaneye de yatirmak mümkün degil. Kaçak.
 

Somadeva'yi, ninenin evinde, duvarin dibindeki yer yatagina yatirdigim gün aklima geliyor.
 

Düsünüyorum.
 

Kötü, berbat seyler aklima geliyor.
 

Sonra, mendillerine kan tüküren veremli genç kiz romanlari okuya okuya, bütün bu anlattiklarimi bayagi bulacak olan bazi okuyucular aklima geliyor.
 

Gülüyorum.
 

Somadeva soruyor:
 

— Niye güldün?
 

— Hiç.. Hem artik ben gidecegim.
 

Somadeva soruyor:
 

— Haftaya geleceksin degil mi?
 

— Tabii.
 

Odadan çikarken Somadeva'nin sesini isitiyorum:
 

— Böyle duvar dibinde sirtüstü gebermek berbat sey be. Hiç olmazsa orada ölsem. Sen, söyle arkadaslara...
 

Gözlerim yas içinde.
 

— Arkadaslara söyle. Unutma, Benerci. Orada. Anliyor musun?»
 

II

Sicak.
Ufukta isildayarak
        nehir akiyor.

Benerci kapali bir kitap gibi.

ROY DRANAT topraga bakiyor
Ve konusuyor, yari yoldan dönen
                         bizim eski ahbap gibi:
    «— Benerci sen
    yüksek daglarin çayirlarinda biten
        keskin kokulu
                 göz alan renkli bir otsun.
    Fakat
    devedikeninden
                   daha faydasiz bir ot.
    Benerci sen bir Don Kisot'sun,
    kahraman
                   ve gülünç
                             bir Don Kisot.
    Benerci bil ki
           neticeler çikarmak
                                          öyle mümkün degil ki...
    Hayat öyle karisik.
    Geç efendim, bunlari birak.
    Aksamüstü serinlikte teferrüce çik...
    Ve Yahya Kemal beyi asrîlestir biraz,
                                                            yaz:
    "Söyle rahat bir kûseye sigindik da biz
    Dehrin bu hayi huyuna meclubu handeyiz..."
Gerisini at.
Iste felsefei hayat.»

Benerci güldü.
Ben bir sey demedim.
Eski bir kavga sarkisi mirildanarak
bakiyorum ufukta akan suya.

Sicak.
Yazdim bütün gece Benerci'yi,
                 simdi bir yatsam uykuya.*
 

(*) Okuyucularima, ismiyle ilk defa karsilastiklari ROY DRANAT hakkinda kisa bir malûmat vermeyi münasip buldum. Roy Dranat, Benerci'nin eski bir kavga arkadasiydi. Fakat sonra, galiba korktu, galiba sabri tükendi ve galiba ruhunu satip rahati bulmak firsatini ele geçirdi. Kavgadan ayrildi. Simdi ROY DRANAT, Ingiliz emperyalizminin emrinde, sakalsiz, pelerinsiz ve kiliçsiz, rahatini arayan zavalli, mustarip bir Faust'tur. N.Hikmet

 

III.

«Kesmirli Ebe kadin
          anamin kasiklarindan çekti beni.
Ve
kundakladi bir sinema biletiyle.
Biletim
       üçüncü mevkiydi.
Anam
       etekligini giydi,
babam
     mavi gömlegini,
     yola düzüldük...
Gittigimiz sinemanin
             üç kapisi var:
Birincinin önünde:
                 otomobiller tepiniyor,
                 frakli Britanya bankalari iniyor.
Ikincinin önünde:
küçük dar
                 dükkânlarla
                                    dar
                                    tarlalar.
Üçüncü kapi bizim,
                      oradan
                                 biz giriyoruz,
                      istihsal aletinden mahrum olanlar.
Içerde
      the polismenler gösteriyor yerlerini
                                                  müsterilerin:
— Buyrun siz oturunuz!
Oturtuldular.
— Oturun!
Oturdular.
— Otur ulan kerata...
Oturduk.
Lambalar söndü.
Muzika basladi, makina döndü.
Perdede
       filmin ismi göründü:
(Yirminci Asrin Sergüzestleri nâm
                                                dram.)
Yirminci asir
      dört kanatli bir tayyareden
                  mendil salladi bize.
Yakasinda kapitalizm
       açildi kabak çiçegi gibi.
O kadar çogaldi
             o kadar
                  uzadi ki bacalar
saçlarindan asildilar sira sira
                         kehkesanlara.
Öyle duman çikti, kurum yagdi ki
gökte Allah bile meleklere
       Amerikan markali musambalar giydirdi.
Sikagolu bir milyoner
       öptü telsiz telefonla
                         Tokyolu sevgilisini.
Elektrikli salhanelerde
        makinalarin bir agzindan pastirma attilar,
                                öbür agzindan
                                boynuzlu inekler çikti.
Bir cografya hocasi dedi ki derste:
"Senegalli zencinin yegâne derdi
       yüzünün siyah olmasidir."
Bu haber bir velveleyle köpürdü Paris'te,
müstemlekeler nezareti emir verdi,
pudra fabrikalari geçti seferberlige.
Paris'te olan isler duyulunca Londra'dan
hemen içtima edip karar koydu Avam Kamarasi:
"Kiçlarina kuyruk takmiyan Hintlilerin
                                   kesilecek kafasi."
Telsizler daha teblig ederken bu karari Hind'e
muazzam bir kuyruk tröstü tesekkül etti
                                 Mançister sehrinde.
Kutbu simalide Eskimolar
                 görünce bu halleri,
kiça kuyruk takmamak
                 ve degistirmemek için deri,
ince Japon fincanlarinda
okkalarla Hollanda sütü içmege basladilar.
Üstünde uzun katarlar kayan raylar,
bahrimuhitlerin elli bin tonluklari
ham mevat tasiyorlar müstemlekelerden.
Kilometreler
       ticaret evleriyle baglandi birbirine.
Sahrayi Kebir'in ortasinda
                   ilân kuleleri dikildi.
Tröstler kartellerle tokusuyor.
Balyalar, denkler, çuvallar, kutular
sarktan garba, garptan sarka kosuyor...
Perde karardi, makina durdu.
Perde beyazlandi, lambalar yandi.
Lambalar yanar yanmaz
kocaman bir gürültü ortalikta çalkandi.
Babama sordum:
"— Ne oldu?"
Anam güldü.
Ve birdenbire küçücük kafam
                yukardan düsen bir kitabin
                                 yapraklariyla örtüldü.
Kitabi kafamdan atip yukari baktim:
Britanya bankalarinin localarindan
                                          filozoflar:
tonlarla yaldizli eserlerini
                                 firlatiyorlar üstümüze.
Lambalar söndü.
Muzika basladi, makina döndü.
Perdede
        ikinci kismin ismi göründü
"Hindistanli Parya
       VE PROLETARYA.."
The polismenler el atti kiçlarina.
Birinci mevki homurdandi.
Ikinci sallandi.
Bagirdi üçüncü mevki
                     avazi çiktigi kadar:
"— Geliyor, ror, geliyor bizimkiler...."
Mehtaba, dökülen bahrimuhit gibi
            mavi pantolonlarin dalgalari
                                    kapladi perdeyi.
Basladi resmigeçit
                         Misisipi gibi uzun
                                Amazon kadar genis.
Maden ocaklarinda çalisanlar
                     ata biner gibi kazmalarina binip
                     tünellerde kosuyorlardi dörtnala.
Kesmirli mensucat amelesi
         hep bir agizdan sarkilar okuyarak
kocaman bir bayrak dokuyarak
                                      geçti.
Nakliyatçilar
          sehirlere tekerlek takarak
                     tramvaylara çektirdiler.
Elektrikçiler
          lastik eldivenlerine
               sirma saçlarindan
                        dolamislardi voltlari.
Elektrikçiler
                geçtiler,
                            elektrik kadar temiz
                            elektrik kadar çevik,
                                               elektrik
                                                  elektrik...
Geçiyor bizimkiler
       Misisipi gibi uzun
                     Amazon kadar genis...
Omuzlarimda fir dönerken kafam
                                karnima vurdu babam.
Simdi yürüyordu perdede
            on milyon beygir kuvvetinde bir istirap:
Elleri ceplerinde kilitli
                     parmaklari burunlarinda
agir agir sürüklendi issiz ordusu.
Adimlari
     nalladi
       gözbebeklerimizin kulaklarini.
Siritti birinci mevki.
Ikinci düsündü.
Perdede
        yeni yazi göründü:
"BURJUVAZI!."
The polismenler giydi pazarliklarini.
Alkis yagdi localardan.
Agzi sulandi ikinci mevkiin.
Biz
çuvaldizla dikildik birbirimize gündeliklerimizden,
avuçlarimiz alevlendi,
        firladi gözlerimiz
                     burun deliklerimizden.
Basladi resmigeçit:
            Imparatorluk üniformalari
                                davul çalarak
                                                    yol açarak
                                                          geçti.
Britanyali diplomatlar
                       bonjurlarinin kuyruklarini
                                          dösediler yola.
Bayraklar çekildi her karakola.
Sökün etti tröstler.
Baslarinda
       banka kavaslarinin sapkasi vardi.
Sikistirmislardi fabrika bacalarini
                                       kulaklarina.
Topraklarin kilometreleri
                                   tespihti ellerinde.
Agizlari havada kartel avliyordu.
Esham senetlerindendi boyunbaglari.
Parmaklarimla saydim bu daglari,
                                      geçtiler.
Göründü mütesebbislerin alayi.
Hepsi bir iki fabrikanin
                           tutmustu kulaklarindan.
Sünnet çocuklari gibi yürüyorlardi.
Hepsinin parliyordu apis arasinda
                malî sermayenin altin kazigi.
Bunlari da birer birer
                    saydik anamla beraber...
Alay bitti.
Toz duruldu.
Baktik ki, yollara
çiplak göbeklerinden çivilenmisti orospular.»
 

 

Somadeva deminden beri okudugu defteri kapatti. Yastiginin altina koydu ve Benerci'nin yüzüne bakti:
 

— Nasil buldun?
 

Benerci sordu:
 

— Hepsi bu kadar mi?
 

— Simdilik bu kadar. Daha dogrusu bu, yazmak istedigim «Yirminci Asir Hindistan Tarihi»nin baslangici.
 

— Bakalim gerisi nasil olacak?
 

— Gerisi, sonu harikulade olacak asil, Benerci. Bu tarihin sonu inanilmiyacak kadar mükemmel olacak. Yalniz bir yazabilsem, yani onu ben de bir yazabilseydim.
 

Benerci kalkti. Masanin üstündeki gaz lambasini yakmak istedi. Somadeva seslendi:
 

— Lambayi yakma. Böyle daha iyi. Geçmis gelecek, kafamin içindekileri böyle daha iyi görüyorum. Aksamlari atesim dehsetli artiyor. Agrilar filan dehsetli. Artik dayanilmiyacak kadar... Neyse, bunlari birak. Sen bir seyler anlat bakalim. Son günlerde okuyor musun? Fabrika kaçta bitiyor? Neler okudun?
 

— Son günlerde bir iki merakli kitap okudum. Hatta iki tanesi yanimda. Istersen lambayi yakayim da, sana biraz okuyayim.
 

— Olur, Benerci.
 

Benerci lambayi yakti.
 

— Kitaplardan biri, su meshur Fransiz gazetecisi Alber Londr'un. Fransiz Kongosu'na dair. Sana kitabin en feci faslindan bes on satir okuyacagim. Fransiz Kongosu'nun merkezi Brassavil'le Karaburun limanini birlestirecek olan Kongo - Osean demiryolunun insaatina dair birkaç satir. Insaati Batilon Sirketi yaptiriyor. Simdi, dinle:
 

Benerci lambanin fitilini biraz daha açti. Okumaya basladi:
 

«— Bakota, Baiyya, Linfaondo, Sara, Banda, Lizangö, Mabaja, Sinde, Loano kabilelerinin adamlari, dalgin hayatlarindan koparilarak Batilon'a gönderilmekteydiler.
 

Bu çok garip bir yolculuktu.
 

Istilâ zamanlarimizdan kalan mavnalara yükleniyorlardi.
 

Üç yüz, dört yüz baslik insan sürüleri güvertenin altina ve üstüne yigiliyordu. Asagida olanlar nefessizlikten boguluyorlardi; yukardakiler ne oturabiliyorlardi, ne de kalkabiliyorlardi. Ve ayaklarinda zencir olmadigi için, Brassavil'e kadar 15-20 gün süren yolculuk esnasinda Sari, Sangu, Kongo nehirlerine her gün iki üç insan kendini atiyordu.
 

Mavna yolunda ilerliyordu. Düsenlerin hepsini topliyamazsin ya!...
 

Kiyidan gidildigi zamanlar agaç dallari en yukarda bulunanlari nehre yuvarliyor... Hiçbir çati yok. 15 gün yuvarlak güvertenin üstünde. Günesin altinda. Yagmurun altinda. Ocak odunla yakildigi için, uçusan küçük kivilcimlar zencilerin derilerinde yaniklar yapiyor...
 

Iste nihayet Brassavil... Üç yüz kisiden ancak iki yüz altmisi, bazen de iki yüz ellisi gelebilmistir.
 

....Gelenler sürüye sokuluyor. Yaya yolculuk basliyacaktir. Ilk önce, en saglam olanlar seçiliyor.
 

....Ve sürü, balta görmemis ormanlardan yürüyerek, batakliklar geçerek, dehsetli Mayombe ormanina dogru ilerliyor.
 

....Bu korkunç bir manzaradir. 10 kilometreye uzanan insan sürüsü, bogumlarini kimildatmaya mecali olmayan uzun, yarali bir yilana benzer. Biyalilar düser, Zindeliler ayaklarini zorlukla sürükleyebilirler ve kirbacin dügümü onlari kovalar.
 

Ben demiryollarinin nasil yapildigini görmüsümdür. Is yerinde birçok aletler vardir. Fakat burada zencilerden baska hiçbir sey yok.....
 

....300 kilogram agirliginda çimento fiçilarini nakletmek için, Batilon Sirketi, bir sirik ve iki zenciden baska hiçbir vasitaya lüzum görmemis.
 

Irgatbasilarin ezdigi bitkin, yorgun, yarali, siska zenciler yiginlarla ölüyorlar.
 

....Bu muazzam bir zenci imhasi hareketiydi.
 

Batilon Sirketi'ne verilen sekiz bin insan, az bir zaman içinde bes bin, sonra dört bin, daha sonra iki bine indi.
 

Ölenlerin yerini doldurmak için yeni devsirmeler yapiliyordu.
 

Zenciler ormanlara, Çat kiyilarina, Belçika Kongosu'na, Angola'ya kaçiyorlar. Eskiden insanlarin yasadiklari yerlerde, bizim müteahhitlerimiz simdi yalniz sempanzeleri buluyorlar......»
 

Benerci durdu ve,
 

— Somadeva, dedi, biliyor musun, bu kitabi yazan Alber Londr kimdir?
 

— Hayir, tahmin ediyorum. Onda dehsetli bir is adami kafasi var. Zencilerin mahvolusuna, körü körüne baltalanan bir ormanin mahvolmasi gibi aciyan bir adam. Anliyorum ki, o, Afrika'ya makina istiyor. Zenciyi ölümden kurtarmak için degil. Zenciyi daha semereli, daha uzun zaman, daha dayanikli islettikten sonra öldürmek için. Fransiz emperyalizminin aci söyleyen, dehsetli bir gazetecisi su Alber Londr.. Öyle degil mi?
 

— Öyle.. Istersen sana kitaplari birakirim. Öteki kitap Jorj Lefevr'in «Kauçugun Epopesi». Amerika otomobil fabrikalarina dair fasillari sayani hayret. Bu Lefevr kadar köpoglulukta mahir bir adam görmedim. Insanlarin, kocaman bir makinanin basit vidalari haline gelmesinde bile siir bulan bir adam. Kitabi okur anlarsin. Lambayi söndüreyim mi? Haftaya gelirim yine. Dört gün sonra yapilacak mitingin sonu neye varacak? Böyle hasta olmasaydin. Kuvvetli söz söyliyen, amma biçak gibi söz söyliyen bir arkadasa öyle ihtiyacimiz var ki. Neyse. Ben gidiyorum. Kendine iyi bak...
 

— Ben kendime iyi bakiyorum. Üzülme! Git. Lambayi söndür.
 

Benerci lambayi söndürdü. Ve sanki lambayi söndürür söndürmez, Somadeva hemen uyuyuvermismis gibi, ayaklarinin ucuna basarak odadan çikti.
 

Merdivenin sahanliginda, nine Benerci'yi kolundan tuttu:
 

— Ölecek, dedi. Belki, ölümün gelmesini beklemeden kendi kendini öldürecek. Benim oglum da, kafasini Ingilizler sopayla parçaladiktan sonra, o duvarin dibindeki yatakta ölmüstü. Bu da, o duvarin dibindeki yatakta ölecek. Belki de kendi kendini öldürecek. Çok agri çekiyor. Sana göstermiyor amma, siz hepiniz öyle agri çekseydiniz çoktan ölürdünüz.
 

— Kendini öldürecegini nerden biliyorsun? Sana bir sey söyledi mi?
 

— Bana bir sey söylemedi. Bana o yalniz iyi seyler söyler. Kendini öldürecegini yalniz kendine söyledi gibi geliyor bana. Bunu, belki kendine bile apaçik söylememistir. Belki de söylemistir. Dün, ben evde yokken, sokaga çikmis... Yataginin altina bir çikin korken gördüm. Çikinda ne vardi, bilmiyorum. Sokaktan bir sey alip getirdi.
 

Benerci, birdenbire geri dönüp Somadeva'dan sormak istedi. Sonra vazgeçti.
 

— Sen onu yalniz birakma, nine, ben iki üç gün sonra gelirim.
 

Benerci sokaga firladi.
 

Yürüdü.. Yürüdü...
 

Bir kösebasinda Roy Dranat'la karsilastilar.
 

Havagazi fenerinin altinda durdular. Roy Dranat sarhostu. Benerci'nin ellerini tuttu:
 

— Benerci, belki siz haklisiniz, dedi. Belki haklisiniz. Fakat, ben «dünyayi düzeltecek ben mi kaldim»a kadar düstüm. Mümkündür ki, «bes parmak bir olmaz»a kadar da alçalayim. Amma, bana öyle geliyor ki, sizin hakkiniz var. Allahaismarladik Benerci. Ben bu tarafa sapip yoluma gidiyorum, sen de yoluna git..
 

Roy Dranat, Benerci'nin ellerini birakti. Sapkasini çikardi. Yerlere kadar egilerek Benerci'yi selamladi:
 

— Belki, siz haklisiniz.......
 

Sallanarak uzaklasti..

 

IKINCI BAP

 KALKÜTALI SEYYAR SATICI ESNAFINDAN BIR VATANDAS: KALKÜTA'DA, INGILTERE EMPERYALIZMI ALEYHINE YAPILAN MITINGI VE SOMADEVA'NIN ÖLÜMÜNÜ BERVEÇHI ÂTI ANLATIYOR.

I

Meydanda bir kalabalik vardi, kardasim,
                    uyy... aman kalabalik!!
Rüzgârli bir orman gibi uguldardi, kardasim,
                    bu yaman kalabalik.
Kalkütali tornacilar, Kesmirli dokumacilar,
                                   Bombay gemicileri,
yetmis yedi denizin getirdigi
                                   kum gibi
                                            insan var.
Çirilçiplak çocuklar
       sarkiyor salkimlarla agaçlarin dalindan.
Kocakarilar oturmuslar esiklere.
       Igne degil, bir kil koparip atsan sakalindan
                                                düsmezdi yere.
Meydanda bir kalabalik vardi, kardasim,
              uyyy, aman kalabalik.
Dalgali, karanlik bir suya düsmüsüm gibi
                                  beni sardi, kardasim,
                                  bu yaman kalabalik.
Baktim ki taaa...
                         karsida
bir kamyonun üstünde bir adam
                                      avaz avaz
                                                    söz söylüyor.
Ama ne söz söylüyor anam,
                             okkali söz söylüyor!!!
Bakiyorum adama,
     bir sey anlamiyorum ama,
söz söylüyor herifçioglu
                         söz söylüyor,
                okkali söz söylüyor:
«— Bilemem  hangi sebeple, bilemem hangi sebebe!»
Etrafta bagiriyorlar:
«— Yassssa be!!!»
Ben de bagiriyorum.
Acayip bir türkü çagiriyorlar.
Makama uyup ben de çagiriyorum...
Yanimda seyrek sakalli bir ihtiyar:
«— Bunlar, delidir, diyor,
bunlar saniyorlar ki, diyor, biz
                    zorla devirebiliriz,
altin topuzlu kuyrugunu dalgalara vuran
denizlerin ortasinda demirden
                                           bir aslan
                                               gibi duran
                                                    kocaman
                                                        Britanya'yi...»
Simdi kamyonun üstünde baska bir adam..
Bu da söz söylüyor anam
                        söz söylüyor.
                                   Okkali söz söylüyor.
Bakiyorum adama.
          Bir sey anlamiyorum ama
belli ki ötekinden
                    daha okkali söylüyor.
Etrafta daha çok bagiriyorlar.
Ben de bagiriyorum.
Bu sefer baska bir türkü çagiriyorlar,
makama uyup ben de çagiriyorum...
Seyrek sakalli ihtiyar:
«— Bak, bu dogru söylüyor, diyor,
zorla degil,
             güzellikle
                      yavas yavas, diyor, aliriz!..
Birdenbire ayrilirsak,
köksüz bir agacin dallari gibi kaliriz...»

Simdi kamyonun üstünde yine baska bir adam.
Elbet bu da söz söyleyecek anam.
Söz söylüyor.
Seyrek sakalli ihtiyarin keyfi yerinde yine.
Belli ki, geliyor kalabalik
                   seyrek sakallinin dedigine.
Adamlar çikip iniyor kamyonun üstünden.
Balta görmemis bir ormanda yürür gibi
      yürüyorum kalabalikta kamyona dogru ben.
Bagirislar.
Türkü çagirislar.
Ben bir seycik anlamiyorum ama,
etraftan laflar çaliniyor kulagima:
— Sol taraf hapi yuttu!
— Kamyonun yaninda Benerci'ye bak!
         Anasi ölmüs
                    kiz kardesi daga kaldirilmis gibi
                                                            somurttu...
— Gandi'nin hakki var!
— Hind'in kurtarici ilahlari:
                           dokuma tezgâhlari.
Deniz tutmus gibi dönüyor basim.
Birden bir kiyamettir koptu kardasim.
Bagrismalarla, ipte çamasir gibi sarsildi hava.
— Somadeva geliyor, Somadeva!
— Ona söz verin!
— Söyletmeyin, istemez!
— Dinlemiyoruz!
— Al asagi!
— Söyletmeyin, istemez.

Yanindakilerin omuzuna dayanarak
                         tirmandi kamyona bir adam.
Geldi bütün kalabalik
bu sapsari yüzlü bir tek adamla göz göze.
Ortalik tissss!
Somadeva basladi söze...
Hey anam! Heeey!
Herifte bir ses vardi, beyabey,
                                    bir ses!
Hani, ormanda kaplanlar ölürken
                                  böyle bagirir..
«— Arkadaslar!
                        dedi.
                            Hastayim..
                                        Çok..
Fazla söze lüzum yok,
               kendimi asacaktim.
Gidip bakin odama:
ipi yerde,
çengeli tavanda mihli biraktim.
Geberecektim bir kaçak gibi
                                        az daha..
Arkadaslar!...»
                    dedi.
Ve sözünü bitiremedi.
Sallandi sola bir, saga bir...
Baktim ki kalabaliga bir
       kalabalik da rüzgârli bir ekin gibi sallaniyor,
                                              ben de sallaniyorum.
O yine:
«— Arkadaslar...»
                             dedi.
Yine sözünü bitiremedi.
Ve kamyonun üstünden
                                 devrildi üstümüze..
Birdenbire, kardasim, bir hal oldu bize:
boydan boya meydan uzatti kollarini
                                            düseni tutmak için.
Hani ancak
                 Lortlar Kamarasi'na girmeliyim
                                           bu hali unutmak için.
Dalgali bir denize düsen ay isigi gibi
yüzdü bembeyaz ölüsü Somadeva'nin
yukari kalkan kollarin ve baslarin üstünde.
Meydan bagirdi, ben bagirdim:
«— Somadeva!
                         Somadeva!
Kavga sonuna kadar
                                  kav—ga!...»
Omuz basimda inledi bir ses:
«— Deliler kesiyor kocaman bir çinarin
                                     en yesil, en genis dalini.»
Dönüp arkama baktim ki, anam;
yoluyor seyrek sakalini
                          seyrek sakalli adam.
 

IKINCI KISIM SONUNCU BAP

 

IKI ÖLÜNÜN ODASI...

HINDISTAN YIRMINCI ASIR TARIHININ SON SÖZÜ...

ROY DRANAT'IN AYNALI DOLABA BAKAN ÖLÜ GÖZLERI...

 

I

 

Somadeva'nin ölüsü imamsiz, rahipsiz ve hahamsiz ve kavga sarkilari söyleyen on binlerce kisilik bir cemaatla kaldirildi.
 

Benerci, Somadeva'yi gömdükten sonra, ninenin evindeki odaya geldi. Ipi yerde ve çengeli tavanda mihli gördü. Duvarin dibindeki yer yataginin yastigi altindan kirmizi kapli, çizgisiz defteri çikardi.
 

Defterin kabinda: «HINDISTAN'IN YIRMINCI ASIR TARIHI» diye yaziliydi. Benerci defteri açti. Bas tarafta, Somadeva'nin bir gece kendisine okudugu yari kalmis mukaddeme vardi. Sonra beyaz sayfalar. Son sayfada bes alti satir. Benerci bu bes alti satiri okudu:
 

«Ben, Somadeva, Hindistan'in yirminci asir tarihini yazmaga basladim. Fakat bitirmeden ölecegim. Arkadaslarim, biraktigim yerden yazmaga devam etsinler. Tarihin sonu inanilmayacak kadar güzel olacaktir. Buna eminim...»

 

II

 

Benerci, Somadeva'nin odasindan sokaga çikinca, Roy Dranat'in «aksamüstü serinlikte bir teferrüçten dönerken» soguk alip zatürreeden öldügünü duydu. Ve Roy Dranat'in oteline gitti. Gördüklerini söyle anlatiyor:

 

Girdim ki içeriye,
iki eli yanina gelmis
yatiyor otel odasinin
dört topuzlu karyolasinda.
Ölü.
Omuzlarina kadar çarsafla örtülü,
gözleri açik...
Çarsafin altinda ayaklari:
            acayip bir hayvanin dinliyen kulaklari...
Gözleri bakiyor
               ayaklari arasindan dolaba.
Dolabin aynasinda görüyorum:
basini degil,
         yüzünü degil,
                      kasini degil,
kapaklari açik, içi örtülü gözlerini,
                                    yalniz ölü gözlerini...
Gözleri bakiyor dolaba.
Ehramda bir kapi
                      açar gibi
                                açtim
                                      dolabi.
Alt katta bir kutu var.
Kutuda ölünün hiç giymedigi
                    siyah kunduralar.
Ütülü elbiselerle dolu orta kat:
asilmis dolabin içine
sira sira elsiz ve bassiz Roy Dranat.
Bir sise permanganat,
                                yakalik,
                                        mendil, çorap.
Bir kitap:
çok eski günlerde beraber okuyup
satirlarinin altini beraber çizdigimiz
                                        bir kavga kitabi.

Kapadim dolabi.
Onun dolaba bakan gözlerini kapadim.
Artik satilacak bir yürek,
                                   kiralik bir kafa bile yok.
Roy Dranat, hosça kal,
                              mesele yok.
YORGAN GITTI,
KAVGA BITTI.
 

Ikinci Kismin Sonu

Üçüncü Kisim

 

 

BENERCI KENDINI NIÇIN ÖLDÜRDÜ?     (ÜÇÜNCÜ KISIM )

 

BIRINCI VE SONUNCU BAP

I

 

Gözüme altin bir damla gibi akan
                                            yildizin isigi,
ilkönce
          boslukta
                    deldigi zaman karanligi,
toprakta göge bakan
                    bir tek göz bile yoktu...
Yildizlar ihtiyardilar
                   toprak çocuktu.
Yildizlar bizden uzaktir
                          ama ne kadar uzak
                                             ne kadar uzak...
Yildizlarin arasinda topragimiz ufaktir
                        ama ne kadar ufak
                                            ne kadar ufak...
Ve Asya ki
                toprakta beste birdir.
Ve Asya'da
                bir memlekettir Hindistan,
Kalküta Hindistan'da bir sehirdir,
Benerci Kalküta'da bir insan...
Ve ben
           haber veriyorum ki, size:
Hindistan'in
            Kalküta sehrinde bir insanin
                       yolu üstünde durdular.
Yürüyen bir insani
                              zincire vurdular...

Ve ben
           tenezzül edip
basimi isikli bosluklara kaldirmiyorum.
Yildizlar uzakmis
                    toprak ufakmis
                               umurumda degil,
                                                aldirmiyorum...
Bilmis olun ki, benim için
                      daha hayret verici
                                          daha kudretli
                                daha esrarli ve kocamandir:
                                yolu üstünde durulan
                                        zincire vurulan
                                          I N S A N . . .
 

II

Su yukariya, üçüncü kismin birinci ve sonuncu babinin birinci parçasi olarak yazdigim, üslubu ukalaca, yazidan da anliyacaginiz veçhile, Benerci mahpustur.
 

Hindistan'in hakikî istiklâl ve hakikî kurtulusu için çalistigindan dolayi, Britanya polisi tarafindan tevkif, Britanya adliyesi tarafindan muhakeme ve Britanya hükûmeti tarafindan, Benerci, hapse atilmistir. Cezasi 15 senedir. Benerci bu 15 adet seneyi tas bir hücrede tek basina geçirecektir. Ve bu 15 adet senenin bir haylisi geçmistir...
 

Simdi size, bu bir hayli senenin nasil geçtigini anlatacagim. Ve, sonra, sira, Benerci'nin kendini niçin öldürdügüne gelecek. Emperyalizm aleyhine yazilan* ve emperyalizmi temellerinden yikmak için nefislerini feda edenlerden bahseden bu kitap, bir inkilâpçinin hangi sartlar içinde kendini öldürmege hak kazanacagini da hallettikten sonra, bitmis olacaktir.
 

(*) Yalniz sunu hatirlatmak isterim ki, Benerci emperyalizmi ve emperyalizm ile mücadeleyi, Neo-Hitlerist-Sosyal-Fasist-Sinyor-Fon Sevket Süreyya Bey gibi anlamiyordu.
 

III

Günes
     pencerede...
Yaniyor
        demir bir çubuk..
Disarda saat
            belki bes,
                    belki alti,
                            belki buçuk,
                                                yedi..
Gardiyan karyolayi
                       duvara kilitledi.
Adam
       demir iskemlede oturuyor
                                             oturuyor...
Günes
       düstü pencereden
adamin basina vuruyor..

Disarda saat
             belki on
                       belki on iki..
Içerdeki:
           yürüyor duvardan
                                     duvara,
                                               duvardan
                                                           duvara...

Gardiyan...
Pirinç çorbasi, ekmek.
Demek:
      ögle saati çaldi
                  öte yanda yasiyanlara..
Ve adam yürüyor,
                        duvardan
                                    duvara,
                                              duvardan
                                                          duvara..

Yanip söndü demir çubuk..
Disarda saat:
             belki bes,
                    belki alti,
                            belki buçuk...
Disarda adam...
Adam
     demir iskemlede oturuyor...
                                        Oturuyor...

Gardiyan.
Pirinç çorbasi, ekmek.
Gardiyan
             karyolayi indirince:
                                 içerde gece.
Yatiyor adam.
Gözleri düsünüyor,
          dislerinin arasinda biyigi..
Disarda ay isigi....
 

IV

19... senesi eylülünün on besinci gecesi idi.. Saat on ikiden sonra, Kalküta sehrinin varoslarindan gelen bir adam, umumî hapisanenin yüksek duvarlari karsisinda durdu. Tam bedir halindeki ay, gökyüzünü kapliyan ve esen rüzgârla korkunç sekiller alip akan siyah bulutlarin arkasinda kâh gizleniyor, kâh meydana çikiyordu.
 

Sehrin varoslarindan geldigini beyan ettigimiz meçhul adamin durdugu mahal, umumî hapisanenin arka cephesine tesadüf etmekte olup bu cephenin üst kisminda, hafif bir isikla aydinlanmis, bir sira demir parmaklikli pencere vardi.
 

Ay, bulutlarin arasindan kurtuldukça, zaman zaman duvarin dibinden geçen bir süngüyü isildatmakta ve bu suretle meçhul adama hapisanenin etrafini devreden nöbetçilerin mevkilerini bildirmekte idi.
 

Meçhul adamin kendisini nöbetçilere göstermek istemedigini, okuyucularimiz, elbette tahmin eylemislerdir.. Tahminlerinde yanilmiyorlar. Zira bu adam buraya Britanya Imparatorlugu zabitasinin hiç de hos görmeyecegi bir isi yapmak için gelmis idi.
 

Filhakika, nöbetçiler hapisanenin kösesinde gözden kaybolur olmaz, meçhul adam cebinden bir tas parçasi çikarip iyice nisanladiktan sonra demir parmaklikli pencerelerin soldan üçüncüsüne firlatti.. Tas pencereden içeriye girdi.
 

Eger biz, okuyucularimizla birlikte, meçhul adamin tasi atmasindan evvel, mevzubahis pencereden içeriye bakmis olsaydik, söyle bir manzaranin sahidi bulunurduk:
 

Demir kapisinin üstünde gardiyanlara mahsus disardan sürmeli küçük bir pencere bulunan tas bir hapisane hücresi. Gündüzleri kaldirilip zincirle duvara kilitlenen ve geceleri indirilen demir bir karyola. Isbu karyolanin üstünde, mahpuslara mahsus libasi giymis oldugu halde bir sahis oturmaktadir. Mezkûr sahis sik sik basini kaldirarak, kapidaki gardiyan penceresinden gözetlenip gözetlenmedigine bakiyor, sürgünün açilmadigina emniyet kesbettikten sonra, siyah kapli kalin bir kitabin sayfalarina bir seyler yaziyordu. Eger siyah kalin kitabi yakindan tetkik edecek olursak görürüz ki, bu Ingilizce bir Incil'dir. Mevzubahis sahis, tas hücreye kapatildiktan bir hafta sonra; Kayser'in hakkini Kayser'e ve Allahin hakkini Allaha vermegi ve sag yanagina bir tokat atilirsa, sol yanagini çevirmegi talim etsin diye, bu Incil'i bir Ingiliz misyoneri kendisine vermis idi. Esasen, hepisanenin bütün hücrelerinde bu kitaptan maada okuyacak ve yazacak bir sey bulunmazdi.
 

Imdi, ahvalini tetkik eyledigimiz sahsin, yani tas hücre mahpusunun Incil sayfalarina neler yazdigini görelim:
 

Satirlarinin baslari numarali ve bazi kelimeleri küçücük haç isaretli sayfalarda, URDU lisaniyla ve henüz kurumamis kirmizi ve taze bir kan ile yazilmis ve kitabin sik siyah matbu hurufati üzerinde ates gibi yanan yazilar vardi.
 

Tas hücre mahpusu Incil kitabinin iç mukavvasindan kopardigi bir parçayi bükerek bir kalem haline getirmis ve bunu sol bileginden ince ince akan kana batirarak bu ates gibi yanan yazilari yazmakta bulunmus idi.
 

Iste sehrin varoslarindan gelen meçhul adam tasi attigi zaman, tas hücrenin içindeki mahpus böyle bir isle mesguldü. Pencereden gelen tas mahpusun karyolasi dibine düsmüstü. Mahpus hemen yerinden kalkti.
 

Üzerlerine kani ile yazdigi Incil kitabi sayfalarini kopararak tasa sardi ve tasi pencereden disari atip iade etti.
 

Sehrin varoslarindan gelen meçhul adam, tasa sarilmis kâat tomarini yerden aldi. Gögsüne soktu. Ve dünyanin en kiymetli hazinesini gögsünde tasiyan bir insan gibi, korkak, cesur ve emin adimlarla uzaklasmaya basladi. Korkuyordu: gögsündeki defineyi alirlar diye; cesurdu: gögsündeki defineyi ölümün karsisinda dahi vermemek için; emin idi: zira kaç senedir her iki ayda bir buraya geliyor, tasi atiyor ve tas, kanli yazilar yazili Incil sayfalarina sarilmis oldugu halde kendisine iade ediliyordu; binaenaleyh bu ise alismis idi.
 

Bu kanla yazilmis yazilar, Hintlilerin hakikî istiklâl ve kurtulus cidalinde kitlelere heyecan, suur ve hedef vermekte idi........

 

Tas hücre mahpusu Benerci'dir. Kitlelere heyecan, suur ve hedef veren yazilar, vaktiyle Somadeva'nin basladigi ve simdi Benerci'nin devam ettigi «Hindistan'in Yirminci Asir Tarihi» isimli eserdir. Yalniz, Benerci bunu, bilegini kesip kaniyla yazmiyor.. Fakat, eger icap etseydi, eserin bir tek satirini yazmak için damarlarindaki bütün kanini akitabilirdi. Ve bu, pestenkerani bir lâf degildir.. Bu isi yapabilecek insanlarin yalniz on dokuzuncu asir romanlarinda yasadigini zannedenler, yirminci asrin isimsiz, büyük kavga kahramanlarini tanimiyorlar demektir.
 

Benerci yazisini bileginin kaniyla yazmiyor. Bu yazilari sehrin varoslarindan gelen meçhul adama vermiyor. Benerci yazilarini temiz beyaz kâatlara kursunkalemiyle yaziyor. Ve bunlari hapishane gardiyanlarinin Ingiliz dikkatlerine ragmen, disardakilerin ellerine ulastiriyor.
 

NASIL?..
 

Tas hücre mahpusunun, senelerdir, bu isi nasil yaptigini anlatacak degilim. Romanda da olsa, Britanya polisine hizmet etmek istemem......
 

V

Disarda
          bir bayrak gibi dalgalanirken adi,
içerde O
          ihtiyarladi..
Her gün biraz daha
               camlari yasariyor
                                           iri
                                           baga
                                                 gözlüklerinin.
Her gün biraz daha
                             siliniyor çizgileri
                                                  gördüklerinin.
Küreyvati hamra azaliyor.
Tasallübü serayin.
Tansiyon 26.
Bas dönmesi, bunalti.
Sinir...

Bir
senedir
            yazamadi bir
                            satir
                                bile..
Yine fakat
       disarda bir bayrak gibi
                              dalgalaniyor adi.
Içerde O
         ihtiyarladi....
 

BU FASIL
BENERCI'NIN KENDINI NIÇIN ÖLDÜRDÜGÜNE DAIRDIR
 

«Kalküta sehrinin ufkunda günes
                                            yükseliyordu.
Atlari isiktan, migferleri ates
                                               bir ordu
bozgun karanligi katmis önüne
                                                   geliyordu.
Günes yükseliyordu..
Kalküta . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . »

Bunu beceremedik
         romantik kaçti pek.
Söyle diyelim:

«Baygin kokulu
                   koskocaman
                                  masmavi bir çiçek
                                                      seklinde sema
düstü fecrin altin kollarina...»

Bu da olmadi,
         olacagi yok.
Benden evvel gelenlerin hepsi,
                            almislar birer birer,
tuluu semsi, gurubu semsi
                        tasvir patentasini.
Tuluu semsin, gurubu semsin
                                 okumuslar canina..
Bu hususta yapilacak is,
                                   söylenecek söz
                                               kalmamis bana.
Buna ragmen,
                tekrar ederim ki ben:
Kalküta'nin damlari üstünde günes
                                       günes gibi
                                              yükseliyordu.
Sokaktan bir sütçü beygirinin
                    nal ve gügüm sesi geliyordu.
Benerci sordu:
 

— Saat kaç?
 

— Alti...

 

Benerci dün aksam geç vakit tahliye edildi. Hapishanenin kapisi önünde dehsetli bir kalabalik onu bekliyordu. Eger eski sistem bir kafam olsaydi, iddia edebilirdim ki, Benerci bu yiginlarla insani ebediyyen pesinde sürükliyebilecek kadar onlara yakin, onlarin caninda, onlarin kanindaydi.
 

Benerci'ye arkadaslari, dis mahallelerdeki apartimanlardan birinin en üst katinda bir oda tutmuslar. Benerci odasina sekiz arkadasiyla beraber girdi. Bana:
 

— Sen git, biraz dolas. Sonra gelirsin, dediler.
 

Apartimanin kapisi önünden, merkez caddelere kadar, kimildanan, bagiran bir insan denizinin ortasinda, her adimda onun ismini isiterek, dolastim. Kalabalik yavas yavas dagildi. Geri döndügüm zaman Benerci'yi odasinda yalniz buldum. Pencerenin önünde duruyordu. Saat gecenin on biriydi. Benerci:
 

— Otur bakalim, dedi.
 

Oturdum.
 

Saatler geçti, saatler geçti.. Bir kelime bile konusmadik. Ve nihayet, lambanin sari isigi beyazlanmaga basladi. Pencereden baktim:
 

Kalküta'nin damlari üstünde günes
                                           yükseliyordu.
Benerci sordu:
 

— Saat kaç?
 

— Alti.
 

— Âlâ.
 

— Anlamadim.
 

— Hiç. Dinle. Bu kitabin birinci kisminda, arkadaslarim bana: «Sen bizi sattin,» dediler. Alnimda hâlâ onlarin attigi tasin izi var. Halbuki ben tertemizdim. Fakat onlar hakliydi. Kil kaldi, kendimi öldürüyordum. Fakat bu halti yemedim.
 

— Öyle.
 

— Bu kitabin ikinci kisminda, Somadeva'nin cigerleri agzindan geliyordu. Öyle agri çekiyordu ki, kendini öldürmek istedi. Fakat o da bu halti yemedi. Bir kamyonun üstünde kalibi dinlendirmeyi daha dogru buldu, degil mi?
 

— Öyle...
 

— Saat kaç?
 

— Alti buçuk.
 

— Âlâ... Dinle. Ferdin tarihteki rolü malum. Akisin istikametini degistiremez. Yalniz tempoyu hizlilastirabilir, yavaslatabilir. Iste o kadar. Tarihte fert denilen nesne, keyfiyetin degil, kemiyetin üstüne tesir edicidir. Bütün bunlar senin için, benim için, bizim için bilinen seylerdir.
 

— Dogru.
 

— Öyleyse, bunu simdi benim sahsima tatbik edelim.
 

Birdenbire durdu. Gözlügünü çikardi. Mendiliyle camlarini sildi. Gözlügünü takti. Camlarin içinde büyüyen gözleri gözlerimdedir.
 

— Devam et, Benerci, dinliyorum.
 

— Hadisat öyle getirdi ki, ben hareketin muayyen bir inkisaf merhalesinde muayyen bir rol oyniyan bir fert haline geldim.
 

— Dogru.
 

— Dünden itibaren katarin basinda gidiyorum. Halbuki fizyolojim berbat.. Kafam elastikiyetini kaybetti. Dönemeçleri zamaninda dönemiyecegim. Ellerim lüzumundan fazla titriyor. Akintida dümen tutamiyacak bir hale geldiler. Akisin temposunu hizlilastirmak nerde? Onu yavaslatmam muhtemeldir. Istemeden, irademin disinda, yanlis adimlar atacagim. Biliyorum, hareket belki beni alti ay sonra, bir sene sonra bir safra gibi firlatacaktir. Fakat o beni firlatip atana kadar, ben ona fren olacagim. Halbuki ben kemiyette bile, bir sene degil, bir gün bile, irademin disinda, bilerekten ona ihanet edemem. Anliyor musun? Diyeceksin ki, yanilmiyan yalniz tembellerdir, budalalardir. Is yapan, yürüyen adam yanilir. Mesele yanlisin idrakindedir. Fakat, ya bu yanilma nesnesi katarin basindaki adam için bir kaide haline gelirse. Ve o adam katarin basinda gidemiyecegini bildigi halde, yerinde durmak için bir saniye olsun israr ederse. Bu bir ihanet degil midir? Ben bir saniye olsun, ihanet edemem. Bu benim uzviyetimde yok...
 

Benerci yine durdu. Sonra birdenbire gülerek:
 

— Hem ben bu meseleyi arkadaslarla konustum. Hallettik. Sana haltetmek düser, dedi. Sen saata bak, kaç?
 

— Yedi.
 

— Hem, bu benim mesele nevi sahsina münhasir bir is bile degil. Galiba LAFARG'la karisi da ayni vaziyete düsmüsler, ayni isi yapmislar. Her ne hal ise. Su senin tabancayi ver bakayim.
 

Pantolonumun arka cebinden tabancayi çikardim. Koskocaman bir nagant. Benerci'ye uzattim. Aldi, masanin üstüne koydu.
 

Tekrar gözlügünü çikardi. Mendiliyle camlarini sildi. Gözlügünü takti. Camlarin içinde büyüyen gözleri gözlerimdedir.
 

— Söyle pencerenin önünde birer cigara tellendirelim, dedi.
 

Cigaralari yaktik. Topraktan fiskirir gibi bol, renkli ve ilik bir yaz sabahinin isiklari karsi pencerelerin camlarinda, Benerci'nin gözlüklerinde piril piril yaniyordu. Damlar, evler, agaçlar ve sokaklar yikanmis gibi nemli ve tertemizdi. Konusmuyorduk.
 

Agzimda, sonuna gelen cigaranin aciligini duydum. Benerci ayaga kalkti. Cigarasini masadaki tablanin içinde söndürdü.
 

— Pencereyi kapat. Sen de haydi artik git. Istersen âdet yerini bulsun diye bir kere kucaklasalim, dedi.
 

Kucaklastik.
 

Arkama bakmadan kapidan disari çikarken:
 

— Çocuklara selam söyle, dedi.
 

Merdivenleri agir agir inmege basladim. Dördüncü kat. Üçüncü kat. Merdivenleri hizli hizli iniyorum. Ikinci kat. Merdivenleri kosarak iniyorum.
 

Tam sokaga çiktigim zaman, derinlerden, demir bir kapinin hizla kapanmasi gibi tok bir ses geldi...
 

BU KITABIN SON SÖZÜ . . . . . . . . . . . . . . .

                            «Kavgada
                            kendi kendini öldüren
                                                       lanetli bir
                                                       cenazedir
                                                       benim için:
                            Ölüsüne
                                    ellerimiz
                                          dokunamaz.
                           Arkasindan
                                    matem marsi
                                          okunamaz.»
 

Sen artik
         bu kitapta:
noktalari
         virgülleri
              satirlari tasimiyorsun.
Sen artik
         bu kitapta
kosmuyor
         bagirmiyor
                   alnini kasimiyorsun.
Sen artik
         bu kitapta
                   yasamiyorsun.

Ve Benerci sen
         bu kitapta:
kendi kendini öldürmene ragmen
benim ellerim senin
                      kanli delik
                             sakagina dokunacaktir.
Cenazende
         dosta düsmana karsi
                        matem marsi
                                   okunacaktir:
 

M A T E M   M A R S I  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 


 
Çan
        çalmiyoruz.
Çan
        çalmiyoruz.
Yok
      salâ
          veren!
Giden
      o
biten
      bir
sarki degildir...

O
büyük
bir
isik
gibi dögüstü.
Kasketli
bir günes
halinde düstü.

Çan
        çalmiyoruz.
Çan
        çalmiyoruz.
Yok
      salâ
          veren!
Bu
     giden
              bir
                   biten
                        sarki degildir ...........
 
 

S  O  N



winerilhan