4






$AIRLERIN
$IIRLERI
ve
HAYATLARI



AHMET HA$IM

1

ATAOL BEHRAMOGLU

1

2

3

ATTILA ILHAN

1

2

3

4

5

CAHIT ZARIFOGLU

1

2

3

4

CAN YUCEL

1

2

3

ISMET OZEL

1

2

3

4

MEHMET AKIF ERSOY

1

2

3

MURATHAN MUNGAN

1

2

3

4

5

6

7

NAZIM HIKMET RAN

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

NECIP FAZIL KISAKUREK

1

2

ORHAN VELI KANIK

1

2

SEZAI KARAKOC

1

2

3

SUNAY AKIN

1

2

YAHYA KEMAL BEYATLI

1

YAVUZ BULENT BAKILER

1

YILMAZ ERDOGAN

1

  


4


BIR CEZAEVINDE, TECRITTEKI ADAMIN MEKTUPLARI

 

1

Senin adini
kol saatimin kayisina tirnagimla kazidim.
Malum ya, bulundugum yerde
ne sapi sedefli bir çaki var,
(bizlere âlâti-katia verilmez),
            ne de basi bulutlarda bir çinar.
Belki avluda bir agaç bulunur ama
gökyüzünü basimin üstünde görmek
                                                   bana yasak...
Burasi benden baska kaç insanin evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir basima onlardan uzagim,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden baskasiyla konusmak
                                                                yasak.
Ben de kendi kendimle konusuyorum.
Fakat çok can sikici buldugumdan sohbetimi
                                            sarki söylüyorum karicigim.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsiz sesim
                      öyle bir dokunuyor ki içime
                                                      yüregim parçalaniyor.
Ve tipki o eski
        acikli hikâyelerdeki
yalnayak, karli yollara düsmüs, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri islak
kirmizi, küçücük burnunu çekerek
                senin bagrina sokulmak istiyor.
Yüzümü kizartmiyor benim
              onun bu an
                              böyle zayif
                                       böyle hodbin
                                                 böyle sadece insan
                                                                                olusu.

Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahi vardir.
Belki de sebep buna
                     bana aylardir
                     kendi sesimden baska insan sesi duyurmayan
                                                                bu demirli pencere
                                                                     bu toprak testi
                                                                          bu dört duvardir...

Saat bes, karicigim.
Disarda susuzlugu
                               acayip fisiltisi
                                            toprak dami
ve sonsuzlugun ortasinda kimildanmadan duran
                                                         bir sakat ve siska atiyla,
yani, kederden çildirtmak için içerdeki adami
disarda bütün ustaligi, bütün takim taklavatiyla
agaçsiz bosluga kipkizil inmekte bir bozkir aksami.

Bugün de apansiz gece olacaktir.
Bir isik dolasacak yaninda sakat, siska atin.
Ve simdi karsimda hasin bir erkek ölüsü gibi yatan
                                                                 bu ümitsiz tabiatin
agaçsiz bosluguna bir anda yildizlar dolacaktir.
Yine o malum sonuna erdik demektir isin,
yani bugün de mükellef bir daüssila için
yine her sey yerli yerinde iste, her sey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi gösterecegim
ve çocukluk günlerimin ince saziyla
suzinâk makamindan bir sarki agziyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâsâdimi
seni böyle uzak,
seni dumanli, egri bir aynadan seyreder gibi
                                                                kafamin içinde duymak...
 

2

Disarda bahar geldi karicigim, bahar.
Disarda, bozkirin üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kus sesleri ve saire...
Disarda bahar geldi karicigim, bahar,
disarda bozkirin üstünde piriltilar...
Ve içerde artik böcekleriyle canlanan kerevet,
                                              suyu donmayan testi
ve sabahlari çimentonun üstünde günes...
Günes,
artik o her gün ögle vaktine kadar,
bana yakin, benden uzak,
sönerek, isildayarak
                               yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düser duvarlara,
baslar tutusmaya demirli pencerenin cami :
                                                     disarda aksam olur,
                                                     bulutsuz bir bahar aksami...
Iste içerde baharin en kötü saati budur asil.
Velhasil
o pul pul isiltili derisi, atesten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adami
                                                              hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karicigim,
                                         bittecrübe sabit...

3

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa günese çikardilar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
                                                  bu kadar mavi
                                                  bu kadar genis olduguna sasarak
                                                  kimildanmadan durdum.
Sonra saygiyla topraga oturdum,
dayadim sirtimi duvara.
Bu anda ne düsmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karim.
Toprak, günes ve ben...
Bahtiyarim...

1938

 

 

BIR GEMICI TÜRKÜSÜ
 

Rüzgâr,
yildizlar
ve su.
Bir Afrika rüyasinin uykusu
                           düsmüs dalgalara.
Isiltili, kara
bir yelken gibi ince
direginde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayisiz
bir uçsuz bucaksiz yildizlar âleminin.

Yildizlar
rüzgâr
ve su.
Basüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yildizlar gibi bir türkü söylüyor,
yildizlar gibi
          rüzgâr gibi
                      su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
Inmedi bir gün bile gözlerimize
bir kis aksami gibi karanligi korkunun.»
Bu türkü
    diyor ki,
«Bir gülüsün atesiyle yakmasini biliriz
ölümün önünde sigaramizi.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmisiz rotamizi
dostlarin alkislariyla degil
                      gicirtisiyla düsmanin
                                          dislerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüsmek..»
Bu türkü diyor ki, «Isikli büyük
                    isikli genis ve sinirsiz bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yildizlar
                                       rüzgâr
                                              ve su...»

Basüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yildizlar gibi
          rüzgâr gibi,
                      su gibi bir türkü..

 

 

BIR HAZIN HÜRRIYET
 
 

Satarsin gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yogurursun
          bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalisirsin el kapisinda, anani aglatani
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

Sen dogar dogmaz dikilirler tepene,
isler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
                                      degirmenleri,
büyük hürriyetinle parmagin sakaginda düsünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!

Basin ensenden kesik gibi düsük,
kollarin iki yaninda upuzun,
büyük hürriyetinle dolasip durursun,
issiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

En yakin insaninmis gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

Yapisir yakana kopasi elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

Bir alet, bir sayi, bir vesile gibi degil insan gibi yasamaliyiz dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asilmak hürriyetinle
hürsün

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatinda, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.

Bu hürriyet hazin sey yildizlarin altinda.
 

1951

 

 

BIR KIZ VARDI JAPONYADA
 

Bir kiz vardi Japonyada
ufacik, tefecik bir kiz,
Bir bulut vardi dünyada
isi: öldürmekti yalniz.
 


Bu bulut bu kizcagizin
öldürdü ninecigini,
külünü göge savurdu,
sonra, yine apansizin
gelip babasini vurdu,
sonra da kizin kendisini.
Ve doymadi ve doymadi
yeni kurbanlar ariyor.
Atom ölümüdür adi,
karanlikta bagiriyor.



Büyük bir birlik kuralim,
canavari susturalim.
Savas cengine gidelim,
canavari yok edelim.

 

 

BIR KÜVET HIKAYESI
 

1

Süleyman'a karisi telefon etti :
— Konusan ben,
     ben, Fahire.
     Tanimadin mi sesimden?
     Demek çok bagirdim birdenbire.
     Çiglik mi?
     Belki...
     Hayir,
              çocuklar hasta degil.
     Dinle beni :
     Isini birak da gel,
     çabuk ol ama.
     Telefonda anlatamam,
                               olmaz.
     Daha kiyamet kadar vakit var aksama.
     Saatlar, saatlar,
     kiyamet kadar.
     Sorma.
     Dinle beni...
     Hemen vapur bulamazsan
                       Üsküdar'a kayikla geç.
     Bir taksiye atla.
     Paran yoksa
                      patrondan avans al.
     Yolda hiçbir sey düsünme,
     mümkün mertebe yalansiz gelmeye çalis.
     Yalan kuvvetliye söylenir
                     ben kuvvetsizim.
     Alay etme kuzum.
     Evet kar yagacak,
     evet
            hava güzel.
     Koynuna girdigim adam gibi
                                  kocam gibi degil,
     büyügüm, akillim,
                            babam gibi gel...
 

2

Geldi Süleyman,
Fahire, kocasi Süleyman'a sordu :
— Dogru mu?
— Evet.
— Tesekkür ederim Süleyman.
     Bak iste rahatladim.
     Bak iste aglamiyorum artik.
     Nerde bulusuyordunuz?
— Bir otelde.
— Beyoglu tarafinda mi?
— Evet.
— Kaç defa?
— Ya üç, ya dört.
— Üç mü, dört mü?
— Bilmiyorum.
— Bunu hatirlamak bu kadar mi güç Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Demek ki bir otel odasinda.
     Kim bilir çarsaflar nasil kirliydi.
     Bir Ingiliz romaninda okudum,
     bu islere yarayan otellerde
                                   kirik küvetler varmis.
     Sizinkinde de var miydi Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Hele düsün,
     toz pembe çiçekli, kirik bir küvet?
— Evet.
— Hiç hediye verdin mi?
— Hayir.
— Çukulata, filân?
— Bir defa.
— Çok mu seviyordun?
— Sevmek mi?
                         Hayir...
— Baskalari da var mi Süleyman?
— Yok.
— Olmadi mi?
— Hayir.
— Bunu sevdin demek...
     Baskalari da olsaydi
                                      daha rahat ederdim...
     Çok mu güzel yatiyordu?
— Hayir.
— Dogru söyle, bak ne kadar cesurum...
— Dogru söylüyorum...
— Zaten gösterdiler bana.
     Inek gibi kari.
     Belimden kalin bacaklari...
     Fakat zevk meselesi bu...
     Bir sual daha, Süleyman :
     Niçin?
— Bilmiyorum...

Karanlikta pencerenin hizasinda
karli, agir bir çam dali.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalali.

 

3

Süleyman'in karisi Fahire
            sunlari anlatti kocasina ertesi gün :
— ... Dayanilmaz bir aci halindeydi
                                       kendime karsi duydugum merhamet,
     ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
     Annem, çocuklarim ve en önde sen
                         bulacaktiniz karda ayak izlerimi.
     Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
     ve bir kadin ölüsü çikaracaktiniz
                             arka arsada bostan kuyusundan.
     Kolay mi?
     Gece bostan kuyusuna dogru yürümek,
     sonra kenarina çikip durarak
     bas asagi atlamak karanligina?
 
     Fakat bulmadinizsa eger
     karda ayak izlerimi
     sade korktugumdan degil.
     Bekçi, merdiven, polisler,
     dedikodu, kepazelik,
     aldatilmis bir zevcenin intihari :
                                           komik.
     Niçin öldügümü anlatmak müskül.
     Kime? Herkese, sana meselâ.
     Insan, ölmeye karar verirken bile
     insanlari düsünüyor...

     Sen yatakta uyuyordun
                          yüzün rahat,
     her zaman nasil uyursan
     ondan evvel ve o varken.

     Disarda kar yagmaya basladi.
     Bir tek gecelikle çikmak balkona :
     Zatürree ertesi gün,
                             nümayissiz ölüvermek.
     Hayir,
               hiç aklima gelmedi nezle olmak ihtimali.

     Yaktim sobamizi.
     Iyice isinmak lâzim ilkönce.
     Ciger bir çay bardagi gibi çatlarmis.
     Pencereye, kara bakiyorum :
     «Esini gaip eyleyen bir kus
                                                 gibi kar
       geçen eyyami nev bahari arar...»
     Babam bu siiri çok severdi.
     Sen begenmezsin.
     «Sagdan sola, soldan saga lerzâni girizan...»

     Lambayi söndürmeden balkona çiktim.
     « ... gibi kar
                 düser düser aglar...»
     Oturdum balkonda iskemleye.
     Havada çit yok.
     Karanlik bembeyaz.
     Uykudayim sanki.
     Sanki çok sevdigim bir insan
     korkarak beni uyandirmaktan
                             yumusacik dolasiyor etrafimda.
     Üsümüyordum.
     Kederim duruluyor
                                    berraklasiyor.
     Odanin camli kapisindan balkona vuran isik
     sicak bir kumas gibiydi üstünde dizlerimin.
     Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
                                    acayip seyler düsünüyordum :
     Feneryolu'ndaki çinar
                                   150 yasindaymis.
     Ömrü bir gün süren böcekler.
     Gün gelecek
                          insanlar çok uzun
                                           çok bahtiyar yasayacaklar.
     Insanin yüregi ve kafasi var...
     Insanin elleri...
     Insan?
     Ne zamanki,
                          nerdeki,
                                       hangi siniftan?
     Onlarin insanlari,
     bizim insanlarimiz.
     Ve her seye ragmen
     yeni bir dünya için yapilan kavga.
     Sonra sen
                     ben
                           bir kirik küvet
     ve benim
     kendime karsi duydugum merhamet...

     Kar durdu.
     Sökmek üzre safak.
     Utanarak
                     odaya döndüm.
     O anda uyansaydin
                  sarilip boynuna...
     Uyanmadin.
     Evet,
     çok sükür nezle bile degilim.

     Simdi?
     Zaman zaman hatirlayip
     zaman zaman unutacagim.
     Yine yan yana yasayacagiz
     beni sevdigine emin olarak.

 

4

Alti ay kadar geçti aradan.
Bir gece kari koca denizden dönüyorlardi.
Gökte yildizlar, agaçlarda yaz meyveleri vardi.
Fahire birdenbire durdu
bakti muhabbetle kocasinin gözlerine
ve suratina tükürür gibi bir tokat vurdu.

 

16 Agustos 1940

 

 

BULUT MU OLSAM

 

Denizin üstünde ala bulut

yüzünde gümüs gemi

içinde sari balik

dibinde mavi yosun

kiyida bir çiplak adam

                                durmus düsünür.

 

Bulut mu olsam,

gemi mi yoksa?

Balik mi olsam,

yosun mu yoksa?..

Ne o, ne o, ne o.

Deniz olunmali, oglum,

bulutuyla, gemisiyle, baligiyla, yosunuyla.

 

 

BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESIN
 

Analardir adam eden adami
aydinliklardir önümüzde gider.
Sizi de bir ana dogurmadi mi?
Analara kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

 

Kosuyor alti yasinda bir oglan,
uçurtmasi geçiyor agaçlardan,
siz de böyle kosmustunuz bir zaman.
Çocuklara kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

 

Gelinler aynada saçini tarar,
aynanin içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradilar.
Gelinlere kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

 

Ihtiyarlikta aklina insanin,
tatli anilari gelmeli yalniz.
Yaziktir, ihtiyarlara kiymayin,
efendiler, siz de ihtiyarsiniz.
          Bulutlar adam öldürmesin.
 

Subat 1955

 

 

BU VATANA NASIL KIYDILAR
   

Insan olan vatanini satar mi?
Suyun içip ekmegini yediniz.
Dünyada vatandan aziz sey var mi?
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

 

Onu didik didik didiklediler,
saçlarindan tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

 

Eli kolu zincirlere vurulmus,
vatan çirilçiplak yere serilmis.
Oturmus gögsüne Teksasli çavus.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

 

Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabiniz görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?
 

1959

 

 

BÜYÜK INSANLIK

 

Büyük insanlik gemide güverte yolcusu
                                        tirende üçüncü mevki
                                        sosede yayan
                                        büyük insanlik.

 

Büyük insanlik sekizinde ise gider
                                        yirmisinde evlenir
                                        kirkinda ölür
                                        büyük insanlik.

 

Ekmek büyük insanliktan baska herkese yeter
                                        pirinç de öyle
                                        seker de öyle
                                        kumas da öyle
                                        kitap da öyle
            büyük insanliktan baska herkese yeter.

 

Büyük insanligin topraginda gölge yok
                                        sokaginda fener
                                        penceresinde cam
ama umudu var büyük insanligin
                                        umutsuz yasanmiyor.
 

7 Ekim, Taskent, 1958

 

 

CEVAP NUMARA DÖRT
 

Onlar istiyorlar ki
çift agizli baltalariyla
yuvarlansin kafalarimiz önüne yarin -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadrolarin..
 

KARDESLER!
Onlara sokakta rastlarsaniz eger
ölümü görmüs gibi çevirin basinizi.
Kirpiksiz sari gözler gözünüze bakarken
arkadan sirtiniza bir
biçak girebilir...
Onlar istiyorlar ki
kara topragin kalbi durana kadar
biz pazarda kelepir bir mal gibi satalim
kafamizin isigini, gücünü kolumuzun..
Kadinlarimizi karsilarinda oynatalim.
Ve dumanlanmaga baslayinca
gözümüzün bakisi,
yavaslayinca
damarlarimizda kanin akisi
karaya vurmus baliklar gibi
köprü altlarinda yatalim..
 

KARDESLER!
Onlara elleriniz dokunmussa eger
yedi tas su dökün ellerinize.
Yirtarak bayramlik gömlegimi ben
peskir yaparim size...
Biz
ayri dillerde ayni sarkiyi okuyanlar,
Biz
ayni yastikta yatar gibi
topraga baslarini yan yana koyanlar,
Biz,
yüzümüzün derisi koyu açik yanmis diye,
saçlarimiz ayri ayri boyanmis diye
barsaklarimizi birbirimizin avucuna dökerek
birbirimizin girtlagini disimizle sökerek
geberecegiz...
Ve kadrolar
parlatarak
kara gömleklerinin beyaz kordonlarini
gömecekler kadife koltuklara
golf pantolonlarini...
 

KARDESLER!
Onlarin adina benziyorsa adiniz eger
adinizi degistirin.
Vebanin girdigi kapidan girin
onlarin evine atmayin ayak....
Onlar istiyorlar ki
çift agizli baltalariyla
yuvarlansin kafalarimiz önüne yarin -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadrolarin......
 

CEVIZ AGACI

 

Basim köpük köpük bulut, içim disim deniz,
ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.

 

Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Yapraklarim suda balik gibi kivil kivil.
Yapraklarim ipek mendil gibi tiril tiril,
kopariver, gözlerinin, gülüm, yasini sil.
Yapraklarim ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarim gözlerimdir, sasarak bakarim.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarim.

 

Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.

 

 

ÇANKIRI HAPISANESINDEN MEKTUPLAR
 

1

Saat dört,
            yoksun.
Saat bes,
            yok.
Alti, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
             kim bilir...

Hapisane avlusunda
                bir bahçemiz vardi.
Sicak bir duvar dibinde
                             on bes adim kadardi.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kirmizi ve kocaman
                musamba torban
                                        dizlerinde...

Kelleci Memed'i hatirliyor musun?
Sübyan kogusundan.
Basi dört köse,
bacaklari kisa ve kalin
ve elleri ayaklarindan büyük.
Kovanindan bal çaldigi adamin
                                                   tasla ezmis kafasini.
«Hanim abla» derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardi,
                                                tepemizde, yukarda,
                                                                  günese yakin,
                                                bir konserve kutusunun içinde...

Bir Cumartesi gününü,
hapisane çesmesiyle islanan
                     bir ikindi vaktini hatirliyor musun?
Bir türkü söylediydi kalayci Saban Usta,
aklinda mi :
«Beypazari meskenimiz, ilimiz,
  kim bilir nerde kalir ölümüz...?»

O kadar resmini yaptim senin
bana birini birakmadin.
Bende yalniz bir fotografin var :
bir baska bahçede
                    çok rahat
                    çok bahtiyar
          yem verip tavuklara
                        gülüyorsun.

Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
                    ve bahtiyar olmadik degil.
Nasil haberler aldik
             en güzel hürriyete dair,
nasil dinledik ayak seslerini
                         yaklasan müjdelerin,
ne güzel seyler konustuk
                         hapisane bahçesinde...
 
2

Bir aksamüstü
oturup
hapisane kapisinda
rubailer okuduk Gazalî'den :
«Gece :
     büyük lâciverdî bahçe.
  Altin piriltilarla devrani rakkaselerin.
  Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

Bir gün eger,
benden uzak,
karanlik bir yagmur gibi,
canini sikarsa yasamak
                  tekrar Gazalî'yi oku.
Ve Pîrâyende'm benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksin
ölümün karsisinda onun
                            ümitsiz yalnizligi
                            ve muhtesem korkusuna.

Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
«— Toprak bir kâsedir
                        çömlekçinin rafinda tâcidar,
       ve zafer yazilari
       yikilmis duvarlarinda Keyhüsrevin...»

Birikip siçramalar.
Soguk
         sicak
                 serin.

Ve büyük lâciverdi bahçede
                               bassiz ve sonsuz
                               ve durup dinlenmeden
                               devrani rakkaselerin...

Bilmiyorum, neden
aklimda hep
ilkönce senden duydugum
Çankirili bir cümle var :
«Pamukladi miydi kavaklar
                               kiraz gelir ardindan.»
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
fakat
görmüyor, üstat,
                 kirazin geldigini.
Ölüme ibadeti bundandir.

Seker Ali yukarda, kogusta baglama çaliyor.
Aksam.
Disarda çocuklar bagrisiyorlar.
Çesmeden akiyor su.
Ve jandarma karakolunun isiginda
akasyalara bagli üç kurt yavrusu.
Açildi demirlerin disinda
                            büyük, lâciverdî bahçem.
A s l o l a n   h a y a t t i r ...

Beni unutma Hatçem...
 

3

Bugün çarsamba :
— biliyorsun —
Çankiri'nin pazari.
Demir kapimizdan geçip
kamis sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtasi, bulguru,
yaldizli, mor patlicanlari...

Dün köylerden inenleri seyrettim :
yorgundular,
kurnaz
            ve süpheli,
ve kaslarinin altinda keder.
Erkekler eseklerde,
kadinlar çiplak ayaklarinin üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardir.
Herhalde iki çarsambadir pazarda :
                          kirmizi basörtülü
                          «kibirsiz» Istanbulluyu aramislardir...
20 Temmuz 1940
 

4

Sicaklar bildigin gibi degil
ve ben ki yali usagiyim,
deniz ne kadar uzak...

Ikiyle bes arasi
cibinligin altina uzanarak
ter içinde
kimildanmadan
gözlerim açik
dinliyorum sineklerin ugultusunu.
Biliyorum :
simdi avluda
duvarlara çarpiyorlardir suyu,
kizgin, kirmizi taslar tütüyordur.
Ve disarda, otlari yanmis kalenin eteginde
bir kezzap aydinligi içindedir
simsiyah kiremitleriyle sehir...

Geceleri birdenbire rüzgâr çikiyor.
sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlikta canli bir mahluk gibi soluyup,
yumusak, tüylü ayaklariyla dolasarak
bizi bir seylerle tehdit ediyor sicak.
Ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
                                      bir korku halinde tabiati...

Bir zelzele olabilir.
Zaten üç günlük yere geldi,
salladi çapanoglu Yozgad'i.
Ve yerlilerin kavlince :
alti tekmil tuz madeni oldugundan
                                   yikilacak Çankiri sehri
                                                    kiyametten kirk gün önce.
Yatip bir gece
basin bir kalasla ezilmis,
                         çikmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yasamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yasamak.
Bunu birçok sey için istiyorum,
birçok
çok mühim seyler.
 

12 Agustos 1940
 

5

Saat beste aksam oluyor :
insanin üstüne dogru yürüyen bulutlarla.
Yagmur tasidiklari belli.
Birçogu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanin yüz mumlugu,
terzilerin gaz lambasi yandi.
Terziler ihlamur içiyorlar...
Kis geldi demektir...
Üsüyorum.
Fakat kederli degilim.
Yalniz bize mahsus bir imtiyazdir :
kis günleri hapisanede,
sade hapisanede degil,
bu kocaman
             bu isinasi
                  bu isinacak dünyada
                                           üsüyüp
                                                   kederli olmamak...

26 Ekim 1940

 

 

ÇARLIK RUSYASININ ÖLÜMÜ

 

Bin dokuz yüz on yedi
ikincitesrin yedi...
Yumusak ve derin
sesiyle Lenin:
"Dün erkendi, yarin geç
zaman tamam bugün," dedi..
Yagli çarklilarla yagli isçiler:
"Bugün!" dedi.
Ölümü açliktan öldüren siper:
"Bugün!" dedi.
Agir
çelik
kara
toplariyla AVRORA:
"BUGÜN!" dedi,
"BUGÜN!" dedi..
 

 

 

Artik
ne kislik sarayda
sarhos eteklerin ipekli sesi,
ne paskalya çanlarinda deli duasi çarin,
ne Sibirya yollarinda zincir iniltisi...
Artik
votka kadehlerinde islanmiyacak
sari sarkik biyiklari pamesçiklerin.
Kara topragin üstünde bir avuç kan gibi
yanmiyacak,
bakir sakallari
açliktan ölen mujiklerin.
Artik
kararmiyacaktir karli sokaklar
kara bir rüzgar gibi geçen
Çarin kazaklarindan.
Sarkmiyacaktir isçi kadinlarin
kanli saçlari:
kara kalpakli kazaklarin mizraklarindan.
Yandi kanatlari iki basli kara kartalin,
düstü yere,
öldü.
Buzlu Baltik denizinin kiyisinda
bir pencere örtüldü.
Açildi bir pencere....
Bin dokuz yüz on yedi
ikincitesrin yedi...

 

 

ÇINARI YIKMAK IÇIN BALTAYI KÖKÜNE VURURLAR
 

Çinari yikmak için
baltayi köküne vururlar.
evi yikmak için
sokarlar kundagi temele.
Kartal uçmaz olur
kanadi kirilinca.
düsünebilir miyiz
basimiz vurulunca?

 

Onlar köküdür memleketin,
dallara yürüyen su
         bu kökte saklidir.
Onlar umudun temeli,
onlar kanadi hürriyetin,
        halkin aklidir.
 


Kaç kere kaç yerde baltalandi kök
yürümez oldu su
dallar kurudu.
Kirildi kanat
öldürdüler akli;
Ve sonra yolladilar insanlari salhaneye.
Çünkü böyledir
             asrimizin gerçeklerinden biri.

 

 

ÇOCUKLARIMIZA NASIHAT

 

Hakkindir yaramazlik.
Dik duvarlara tirman
                    yüksek agaçlara çik.
Usta bir kaplan
                        gibi kullansin elin
yerde yildirim gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasinin resmini yapan
            kursunkaleminle yik
            Mizrakli Ilmihalin
                        yesil sarikli iskeletini..
Sen kendi cennetini
                kara topragin üstünde kur.
Cografya kitabiyla sustur,
seni «Hilkati Âdem»le aldatani..
Sen sade topragi tani
                         topraga inan.
Ayirdetme öz anandan
                            toprak anani.
Topragi sev
                    anan kadar...
1928

 

 

ÇOCUKLAR ÖLEBILIR YARIN
 

..............

Çocuklar ölebilir yarin,

hem de ne sitmadan ne kuspalazindan

düserek te degil kuyulara filân;

çocuklar ölebilir yarin,

çocuklar sakalli askerler gibi ölebilir yarin,

çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda,

ne bir santim kemik, ne bir damla kan,

çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda

arkalarinda bir avuç kül bile degil

arkalarinda gölgelerinden baska bir sey birakmadan.
                ..............

 

 

DAVET


Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kisrak basi gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, disler kenetli, ayaklar çiplak
ve ipek bir haliya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansin el kapilari, bir daha açilmasin,
yok edin insanin insana kullugunu,
bu dâvet bizim....

Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardesçesine,
bu hasret bizim...

 

 

DOGUM


Anasi bir oglancik dogurdu bana;
kassiz, sari bir oglan,
masmavi kundaginda yatan
bir nur topu, üç kilo agirliginda.

Benim oglan
       dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Korede,
sari ay çiçegine benziyorlardi.
Makartir kesti onlari,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oglan
            dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Yunan zindanlarinda,
babalari kursuna dizilmis.
Bu dünyada ilk görülecek sey diye
demir parmakligi gördüler.

Benim oglan
            dünyaya geldigi zaman
çocuklar dogdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler dogar dogmaz
kim bilir kaçi sag kalir mucize kabilinden.
Benim oglan
            benim yasima bastigi zaman,
ben bu dünyada olmiyacagim,
ama harikulâde bir besik olacak dünya,
siyah,
       beyaz,
              sari
bütün çocuklari
    salliyan
mavi atlas dösekli bir besik.


Makartir - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savasinda
Asya'daki Amerikan ordularinin kumandanligini yapti. Asya halk-
larina karsi yürüttügü baskilarla ün saldigi (!) için Amerikan hükü-
meti tarafindan Kore savasinin kumandanligina da atandi.

 

 

DON KISOT

Ölümsüz gençligin sövalyesi,
                                      ellisinde uydu yüreginde çarpan aklina,
bir Temmuz sabahi fethine çikti
                                      güzelin, dogrunun ve haklinin :
önünde magrur, aptal devleriyle dünya,
                                      altinda mahzun, fakat kahraman Rosinant'i.
Bilirim,
hele bir düsmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kisot'um benim, yolu yok,
yeldegirmenleriyle dövüsülecek.

Haklisin, elbette senin Dülsinya'ndir en güzel kadini yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânlarin suratina haykiracaksin bunu,
alasagi edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez sövalyesi susuzlugumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
                                                agir, demir kabugunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzellesecek...
 

1947



winerilhan