8






$AIRLERIN
$IIRLERI
ve
HAYATLARI



AHMET HA$IM

1

ATAOL BEHRAMOGLU

1

2

3

ATTILA ILHAN

1

2

3

4

5

CAHIT ZARIFOGLU

1

2

3

4

CAN YUCEL

1

2

3

ISMET OZEL

1

2

3

4

MEHMET AKIF ERSOY

1

2

3

MURATHAN MUNGAN

1

2

3

4

5

6

7

NAZIM HIKMET RAN

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

NECIP FAZIL KISAKUREK

1

2

ORHAN VELI KANIK

1

2

SEZAI KARAKOC

1

2

3

SUNAY AKIN

1

2

YAHYA KEMAL BEYATLI

1

YAVUZ BULENT BAKILER

1

YILMAZ ERDOGAN

1

  


8


KIZ ÇOCUGU

 

Kapilari çalan benim
kapilari birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

 

Hirosima'da öleli
oluyor bir on yil kadar.
Yedi yasinda bir kizim,
büyümez ölü çocuklar.

 

Saçlarim tutustu önce,
gözlerim yandi kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

 

Benim sizden kendim için
hiçbir sey istedigim yok.
Seker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

 

Çaliyorum kapinizi,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
seker de yiyebilsinler.

1956

 

 

LODOS
 

Baslangiç

Kim bilir kaç milyon ton agirliginda
                                        ummanda çalkalanmakta su.
En yalniz dalganin üzerinde
                                        bos bir konserve kutusu...
 

1

Bir aydir ki hapisane geceleri böyledir :
kizgin disi kediler
— apislari islak
                    tüyleri diken diken
                    enselerinde dis yerleri —
                                          bazan kus
                                          bazan insan sesi çikarip
                                                      dolasiyorlar
                                                      gebe kalana kadar.

Mevsim bahara yakin.
Hava lodos.
Nasil siddetli
                   nasil sicak esiyor...

Biz alti yüz adet
            kadinsiz erkegiz.
Alinmis elimizden
            dogurtmak imkânimiz.
En müthis kudretim yasak bana :
yeni bir hayat asilamak,
bereketli bir rahimde yenmek ölümü,
yaratmak seninle beraber :
sevgilim, yasak bana etine dokunmak senin...

Mevsim bahara yakin.
Firtina.
Lodos.
Nasil siddetli
          nasil sicak esiyor...

Bir yerlerde bir cam kirildi yine
                                          — bu gece bu üçüncüsü —.
Hangi bos kogusun kapisi açik kalmis,
                                                    küüüt, küt,
                                                           nasil çarpiyor...
 

2

Tepedelen cephesinde bir ceset,
örtülüyor altinda karlarin,
ve basindan uçan migferi
                    yuvarlaniyor önünde rüzgârin...
 

3

Fabrikanin avlusunda
                                    elektrik isigi,
ucunda ince bir telin
                                    sallaniyor iki yana.
Bir kadin.
Boynu çiplak,
uzun saçlariyla etekleri uçarak
                                      atölyenin kapisinda...

Rüzgâr vurdu putrellere.
Atölyenin saçagindan
                       büyük bir buz parçasi düstü yere...
 

4

Ovaya dörtnala yaylilar iniyor :
çingiraklar hamutlarinda beygirlerin.
Ve iki yanda çirpinan musambalariyla
kosuyorlar gece yarisi denize dogru...
 

5

Ince uzun kilçiklardan ibaret kalan kavak agaçlari
                                                           aydinliktilar
                                                           mehtâbolmadigi halde.
Ve kalin
ve dalli budakli kestaneler kimildaniyor
                                            — iki yana sallaniyor degil
                                                 agir agir yer degistiriyorlar âdeta —
gidiyordu göz alabildigine
                                  yildizlarin isiginda
                                               yapraksiz ahsap kalabaligi...
Buna ragmen bu lodos,
                           bu ugultu.
Buna ragmen havada
                            disi bir ten kokusu
                            ve yüklü bir yumurtaligin sicakligi...
Daglarda kar çözülüyor.
Yürüyor usareler
          yapraksiz dallarin ucuna dogru.
Gebe.
Gebelik.
Mevsim bahara yakin
ve dogumun
             — korkunç
                                güzel
                                         ve sicaktir —
günü doldu dolacak...

23 Ocak 1941

 

 

MAVI GÖZLÜ DEV, MINNACIK KADIN VE HANIMELLERI
 

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacik bir kadin sevdi.
Kadinin hayali minnacik bir evdi,
                       bahçesinde ebruliii
                                 hanimeli
                                              açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük isler için
                          hazirlanmisti ki devin,
yapamazdi yapisini,
                         çalamazdi kapisini
bahçesinde ebruliiii
                   hanimeli
                             açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacik bir kadin sevdi.
Mini minnacikti kadin.
Rahata acikti kadin
            yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
           bahçesinde ebruliiii
                     hanimeli
                               açan eve.

Simdi anliyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
                         hanimeli
                                   açan ev..

 

 

MEMLEKETIMDEN INSAN MANZARALARI  (BIRINCI BÖLÜM)
 

Haydarpasa garinda
1941 baharinda
saat on bes.
Merdivenlerin üstünde günes
       yorgunluk ve telâs
Bir adam
      merdivenlerde duruyor
bir seyler düsünerek.
Zayif.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarinin üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
       -Galip Usta-
tuhaf seyler düsünmekle
meshurdur:
"Kâat helvasi yesem her gün" diye düsündü
5 yasinda.
"Mektebe gitsem" diye düsündü
              10 yasinda.
"Babamin biçakçi dükkânindan
Aksam ezanindan önce çiksam" diye düsündü
                                                    11 yasinda.
"Sari iskarpinlerim olsa
kizlar bana baksalar" diye düsündü
  15 yasinda.
"Babam neden kapatti dükkânini?"
Ve fabrika benzemiyor babamin dükkânina"
      diye düsündü
                      16 yasinda.
"Gündeligim artar mi?" diye düsündü
    20 yasinda.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi ölecegim?"
diye düsündü
21 yasindayken.
"Issiz kalirsam" diye düsündü
                         22 yasinda.
"Issiz kalirsam" diye düsündü
         23 yasinda.
"Issiz kalirsam" diye düsündü
         24 yasinda.
Ve zaman zaman issiz kalarak
"Issiz kalirsam" diye düsündü
         50 yasina kadar.
51 yasinda "Ihtiyarladim" dedi,
                  "babamdan bir yil fazla yasadim."
Simdi 52 yasindadir.
Issizdir.
Simdi merdivenlerde durup
kaptirmis kafasini
düsüncelerin en tuhafina:
"Kaç yasinda ölecegim?
Ölürken üzerimde yorganim olacak mi?"
                                                   diye düsünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarinin üstü çopur.

Denizde balik kokusuyla
Dösemelerde tahtakurulariyla gelir
        Haydarpasa garinda bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çikip
merdivenlerde duruyorlar.
...............................................
1902 - 1963

 

 

MEMLEKETIMDEN INSAN MANZARALARI  (IKINCI BÖLÜM)
 

I 

Atlantigin dibinde upuzun yatiyorum, efendim, 
                                Atlantigin dibinde 
                                      dirsegime dayanmis. 
Bakiyorum yukariya: 
bir denizalti gemisi görüyorum, 
yukarida, çok yukarida, basimin üzerinde, 
yüzüyor elli metre derinde, 
balik gibi, efendim, 
zirhinin ve suyun içinde balik gibi kapali ve ketum. 
Orasi camgöbegi aydinlik. 
Orda, efendim, 
orda yesil, yesil, 
orda isil isil, 
orda yildiz yildiz yaniyor milyonlarla mum. 
Orda, ey demir çarikli ruhum, 
orda tepismeden çiftlesmeler, çigliksiz dogum, 
orda dünyamizin ilk kimildanan eti, 
orda bir hamam tasinin mahrem sehveti, 
mahrem sehveti efendim, 
                        gümüs kuslu bir hamam tasinin  
ve koynuna ilk girdigim kadinin kizil saçlari. 
Orda rengarenk otlari, köksüz agaçlari 
                        kivil kivil mahluklari deniz dünyasinin, 
orda hayat, tuz, iyot, 
orda baslangicimiz, Hacibaba, 
                            orda baslangicimiz 
ve orda hain, çelik ve sinsi 
                        bir denizalti gemisi. 
400 metroya kadar siziyor isik. 
Sonra alabildigine derin 
          alabildigine derin karanlik. 
Yanliz ara sira 
                  acayip baliklar geçiyor karanligin içinde 
                                                             isik saçarak. 
Sonra onlar da yok. 
Artik dibe kadar inen 
     kat kat kalin sular kati ve mutlak 
                                   ve en dipte ben. 
Ben, upuzun yatiyorum, Hacibaba, 
upuzun yatiyorum dibinde Atlantigin 
                                  dirsegime dayanmis, 
                                  bakiyorum yukarlara. 
Avrupa Amerika' dan Atlantigin yüzünde ayridir 
                                             dibinde degil. 
Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri pesi sira. 
Omurgalarinin altini görüyorum,    
                             omurgalarinin altini. 
Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri. 
Dümenleri ne tuhaf suyun içinde 
Insanin tutup tutup kivirasi geliyor. 
Köpekbaliklari geçti gemilerin altindan, 
karinlarini gördüm 
                 agizlari da orda. 
Gemiler sasirdilar birdenbire, 
herhalde köpekbaliklarindan degil. 
Denizalti gemisi bir torpil atti, efendim 
                                             bir torpil. 
Gemilerin dümenlerine baktim: 
telasli ve korkaktilar. 
Gemilerin omurgalarinda imdat arar gibi bir hal vardi, 
gemiler bir biçak darbesinden en yumusak yerini 
                   karnini saklamak isteyen insanlara benziyorlardi. 
Denizaltilar birden üç oldular, derken, alti, yedi, sekiz. 
Gazgemileri düsmana ates açarak 
insanlarini ve yüklerini suya döküp saçarak 
                                 batmaya basladilar. 
Mazot, gaz, benzin, 
tutustu yüzü denizin. 
Bir alev deryasidir simdi yukarda akan, 
yagli ve yapiskan 
        bir alev deryasi efendim. 
Kipkizil, gömgök, kapkara, 
arzin ilk tesekkülü hengamesinden bir manzara. 
Ve denizin yüzüne yakin suyun içi allak bullak. 
Köpürüp, dagilip parçalanmalar. 
Yukardan dibe dogru inen gazgemisine bak. 
Gece uykuda gezenler gibi bir hali var: 
                                              lunatik. 
Geçti kargasaligi, 
girdi deniz dünyasinin cennetine. 
Fakat durmadan iniyor. 
Kayboldu islak karanlikta. 
Artik baskiya dayanamaz, parçalanir. 
ve diregi, efendim, bacasi yahut 
                                   nerdeyse yanima düser. 
Yukarda insanla dolu denizin içi. 
Bir tortu gibi dibe çöküyorlar 
                          tortu gibi çöküyorlar, Hacibaba. 
Bas asagi, bas yukari, 
uzanip kisaliyor, bir seyler araniyor kollari bacaklari. 
Ve hiçbir yere, hiçbir seye tutunamadan 
          onlarda iniyorlar dibe dogru. 
Birden bire bir denizalti düstü yanibasima. 
Parçalanmis bir tabut gibi açildi köprüüstü kaportasi 
ve Münihli Hans Müller disari çikiverdi. 
39 ilkbaharinda denizaltici olmadan önce 
                            Münihli Hans Müller 
Hitler hücum kitasi altinci tabur 
                         birinci bölük 
                              dördüncü mangada sagdan üçüncü neferdi. 
 

Münihli Hans Müller 
         üç sey severdi: 
1-Altin köpüklü arpa suyu 
2-Sarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna. 
3-Kirmizi lahana. 
 

Münihli Hans Müller için  
                          vazife üçtü: 
1-Çakan bir simsek  
               gibi mafevke selam vermek. 
2-Yemin etmek tabancanin üzerine. 
3-Günde asgari üç çifit çevirip 
                           sövmek silsilelerine. 
 

Münihli Hans Müller'in 
kafasinda, yüreginde, dilinde üç korku vardi: 
1-Der Führer. 
2-Der Führer. 
3.Der Führer. 
 

Münihli Hans Müller 
sevgisi, vazifesi ve korkusuyla 
                            39 ilkbaharina kadar 
                                      bahtiyar 
                                            yasiyordu. 
Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli 
Sarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli  
                                                        Anna'nin 
tereyagi ve yumurta krizinden sikayet etmesine 
                                                        sasiyordu. 
Diyordu ki ona: 
-Bir düsün Anna, 
 yepyeni bir manevra kayisi takacagim, 
 piril piril çizmeler giyecegim ben. 
 Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin, 
 balmumundan çiçekler takacaksin basina. 
 Tepemizde çatilmis kiliçlarin altindan geçecegiz. 
 Ve mutlak 
 hepsi erkek 12 çocugumuz olacak. 
 Bir düsün Anna, 
 tereyagi, yumurta yiyecegiz diye 
 top, tüfek yapmazsak eger 
 yarin 12 oglumuz nasil muharebe eder? 

Münihlinin 12 oglu muharebe edemediler 
çünkü dogamadilar, 
çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce 
                                 bizzat harbe girdi Hans Müller. 
Ve simdi 41 sonbahari sonlarinda 
                                 dibinde Atlantigin 
                                      benim karsimda durmaktadir. 
Seyrek sari saçlari islak, 
kirmizi sivri burnunda esef, 
        ve ince dudaklarinin kiyilarinda keder. 
Yani basimda durdugu halde 
yüzüme çok uzaklardan bakiyor, 
Insanin yüzüne nasil bakarsa ölüler. 
Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yi, 
ve artik bir daha arpa suyu içip 
                 yiyemeyecek kirmizi lahanayi. 
Ben bütün bunlari biliyorum, efendim, 
ama o bütün bunlari bilmiyor. 
Gözü bir parça yasli, 
silmiyor. 
Cebinde parasi var, 
çogalip eksilmiyor. 
Ve isin tuhafi 
artik ne kimseyi öldürebilir 
ne de kendisi ölebilir bir daha. 
Simdi sisecek birazdan, 
yükselecek yukariya, 
sular sallayacak onu 
ve baliklar yiyecek sivri burnunu. 

Ben  
Hans Müller'e bakip, Hacibaba, bunlari düsünürken 
yanimizda peyda oluverdi 
         Liverpul Limanindan Harri Tomson. 
Gazgemilerinden birinde serdümendi. 
Kaslari ve kirpikleri yanmisti. 
Gözleri simsiki kapaliydi. 
Sisman ve matrustu. 
Bir karisi vardi Tomson'un: 
tavan süpürgesi gibi bir kadin, 
tavan süpürgesi gibi, efendim, zayif, uzun, titiz, temiz 
ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz. 
Bir oglu vardi Tomson'un: 
alti yasinda bir oglan, Hacibaba, 
tombul mu tombul, pembe beyaz, sari papa mi sari papa. 
Tuttum Tomson'un elinden. 
Açmadi gözlerini. 
"-Vefat ettiniz" dedim. 
"-Evet " dedi, "Ingiliz imparatorlugu ve hürriyeti için: 
Canim isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti 
ve canim istemese de aç kalmak hürriyeti ugruna. 
Fakat degisecek hürriyette bu son bahis, 
harpten sonra artik issiz ve aç kalacak degiliz. 
Plani hazirliyor Lordlarimizdan biri. 
Adalet: ihtilalsiz. 
Ben Ingiliz Imparatorlugu'nu dagitmaya gelmedim, dedi Çörçil. 
Ben de ihtilal çikarmaya gelmedim: 
buna Kenterburi baspiskoposu 
                  bizim tredünyonun reisi 
                              ve karim razi degil. 
Ay bek yur pardin. 
         Iste bu kadar, 
                    nokta, son." 
Sustu Tomson. 
Ve agzini açmadi bir daha. 
Ingilizler fazla konusmayi sevmezler,   
                      hele hümoru seven ölü Ingilizler. 

Tomson' la Müller'i yanyana yatirdim. 
Sistiler yan yana, 
yan yana yükseldiler yukari dogru. 
Baliklar Tomson'u afiyetle yediler, 
fakat dokunmadilar ötekisine, 
Hans'in etiyle zehirlenmekten korktular anlasilan. 
Hayvan deyip geçme, Hacibaba, 
sen de hayvansin ama 
                      akilli bir hayvan... 
 

1902 - 1963

 

 

MERHABA ÇOCUKLAR
 

Nâzim, ne mutlu sana
cân ü gönülden,
ferah ve emin,
«Merhaba,» diyebildin.

Sene 940.
Aylardan temmuz.
Ayin ilk persembesi günlerden.
Saat : 9.

Mektuplariniza böyle mufassal tarih atin.
Öyle bir dünyada yasiyoruz
                          ki en kalin kitaptan çok yazisi var :
                          ayin, günün ve saatin.

Merhaba, çocuklar.

Bir genis
          bir büyük «Merhaba» demek,
sonra bitirmeden sözümü
          yüzünüze bakip gülerek
— kurnaz ve bahtiyar —
          kirpmak gözümü...

Biz ne mükemmel dostlariz ki
                                    kelimesiz ve yazisiz
                                                       anlasiriz...

Merhaba, çocuklar,
merhaba cümleten...

 

 

MOR MENEKSE, AÇ DOSTLAR VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK
 
Abe sair,
bizim de bir çift sözümüz var
                                      «aska dair.»
O meretten biz de çakariz
                                    biraz..

Deli çigliklar atip avaz avaz
      burnumun dibinden gelip geçti yaz
                               sari
                                  tahta vagonlari
                                       ter, tütün ve ot kokan
                                                           bir tren gibi.
Halbuki ben
      istiyordum ki gelsin o
          kirmizi bakir bakracinda bana
                              sicak süt getiren gibi...
Fakat neylersin,
          yaz böyle gelmedi,
                yaz böyle gelmiyor,
                     böyle gelmiyor, hay anasini... sey!..

EEEEEEEEEY...
     kizim, annem, karim, kardesim
                                                  sen
                          basinda günesler esen
                              altin gözlü çocuk,
                                  altin gözlü çocugum benim;
deli çigliklar atip avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekse olsun
                                               getiremedim
                                                                 sana!
Ne haltedek,
      dostlarin karni açti
                           kiydik menekse parasina!
 

1930

 

 

MUKADDES KARIN

 

Sen ey kirmizi gözlü ana,
Sen ey kahredip yaratan,
Sen ey köprü altlarinda sularlayan yana
                                                        yatan.
 

Sen ey yanginli meydanlarin sesi..
Sen ey siirlerin siiri, bestelerin bestesi..
Sen ey kardesim
               sen ey kahrolasi
                       sen ey daragaçlik.
 

Sen ey
her sey,
sen ey AÇLIK!!!
Çiplak ayaklarina alnimi koyar
                                        andederim ki,
                                            derim ki:
 

DÖGÜSECEGIM,
benim, bizim, onun, onlarin degil
SENIN mukaddes karnin doyana kadar...

      1929

 

 

NERDEN GELIP NEREYE GIDIYORUZ?
 

Baslangiç

Dogrultup belimizi kalktigimizdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlastirdigimizdan beri bir lobut boyu
                                                                ve tasi yonttugumuzdan beri
            yikan da, yaratan da biziz,
yikan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yasanasi dünyada.

Arkamizda kalan yollarda ayak izlerimiz kanli,
arkamizda kalan yollarda ulu uyumlari aklimizin, ellerimizin, yüregimizin,
toprakta, tasta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pilastikte.

Kanli ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çikmazinda mi sona erecek önümüzdeki yollar?

 

1

Çocuklarin avuçlarinda günlerimiz sira bekler,
günlerimiz tohumlardir avuçlarinda çocuklarin,
çocuklarin avuçlarinda yeserecekler.

Çocuklar ölebilir yarin,
hem de ne sitmadan, ne kuspalazindan,
düserek de degil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarin,
çocuklar sakalli askerler gibi ölebilir yarin,
çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda
arkalarinda bir avuç kül bile degil,
arkalarinda gölgelerinden baska bir sey birakmadan.
Negatif resimcikler boslugun karanliginda.
Kirematoryum, kirematoryum, kirematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü baliklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boslugun karanliginda,
yasanmamis günlerimiz
                           çocuklarin avuçlariyla birlikte yok olan.

 

2

Bir sehir vardi.
Yeller eser yerinde.
Bes sehir vardi.
Yeller eser yerinde.
Yüz sehir vardi.
Yeller eser yerinde.
Yok olan sehirlere siirler yazilmayacak,
sair kalmayacak ki.

Pencerende bir sokak bulvarli.
Odan sicak.
Ak yastikta üzüm karasi saçlar.
Adamlar paltolu, agaçlar karli.
Penceren kalmayacak,
ne bulvarli sokak,
ne ak yastikta üzüm karasi saçlar,
ne paltolu adamlar, ne karli agaçlar.
Ölülere aglanmayacak,
ölülere aglayacak gözler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
Negatif resimcikler dallarin altindaki
                    yok olmus olan dallarin altindaki.
Yok olmus olan dallarin üstünden
                                        o bulutlardir geçen.
Güneye götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Kuzeye götürmeyin beni...
Batiya götürmeyin beni,
ölmek istemiyorum...
Ölmek istemiyorum,
Doguya götürmeyin beni...
Birakmayin beni burda,
götürün bir yerlere.
Ölmek istemiyorum,
ölmek istemiyorum.
O bulutlardir geçen
                 yok olmus olan dallarin üstünden.

 

3

Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarimizla iki milyardan artigiz,
kadin, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
                    ama keder
                              diledigin kadar,
                     yorgunluk da göz alabildigine.
Hürriyet hepimize yetmiyor.
Hürriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
                       hastalik kederi,
                                              ayrilik kederi,
                                                       kocalmak kederinden
          gayrisi asmayabilir esigimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarinki kadar uzun olabilir ömrümüz.
Yeter ki birakmayalim, yasanmamis günlerimiz yok olmasin çocuklarin
          avuçlariyla birlikte,
boslugun karanligina çikmasin negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüsebilmek için yasayabilelim.
 

Çagiri

Tanri ellerimizdir,
Tanri yüregimiz, aklimiz,
her yerde var olan Tanri,
            toprakta, tasta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pilastikte
ve bestecisi sayilarda ve satirlarda ulu uyumlarin.

Insanlar sizi çagiriyorum :
kitaplar, agaçlar ve baliklar için,
bugday tanesi, pirinç tanesi ve günesli sokaklar için,
üzüm karasi, saman sarisi saçlar ve çocuklar için.

Çocuklarin avuçlarinda günlerimiz sira bekler,
günlerimiz tohumlardir avuçlarinda çocuklarin,
çocuklarin avuçlarinda yeserecekler.
 

22 Kasim 1962

 

 

NEYI BILDIRIR SAYILAR


sayilar bebelerin kundaklari
sayilar tabutlari sehirlerin
öldürülmüs
                                              öldürülebilecek olan
sayilar yaklasan bir seyleri bildirir
sayilar bildirir uzaklasan bir seyleri

nedir yaklasan bize
bizden uzaklasan nedir

dünya savasi: I
dünya savasi: II
14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yil 54 milyon ölü
           49 milyon sakat
ölülerle sakatlarin memleketi
         103 milyon nüfuslu bir memleket
              ve ayrica öksüzleri delileri yanik taslariyla

ve gidenlerden biri evimizdendi
gitti dönmedi bir daha
19'unda miydi 40'inda miydi aklimda kalmamis
döndü iki gözü kör
gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklimda kalmamis
döndü dizkapagindan kesik sol bacagi
döndü ve kapisini bulamadi evinin
14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yil 54 milyon ölü
           49 milyon sakat

yeryüzünde yuvarlak hesap ve simdilik 2,5 milyariz
% 80'imiz aç
dislerimiz dökülüyor
disetlerimiz yara içinde
ölü derilerimiz çatlak
hele çocuklarimiz
sallanan koca kafalari
kiris kiris yüzlerinde kederli iri gözleriyle
ve egri bügrü incecik bacaklari üstünde karinlari
                                            davul gibi

yeryüzünde yuvarlak hesap ve simdilik 2,5 milyariz
% 80'imiz aç
yil 1962
62 yilinda 2 avci uçagini sofraya koysak
çevirsek ete ekmege saraba salataya
40 milyon insan doyasiya yer içer
40 milyon kediye de artar ekmekten etten
kediler salata yemez sarap içmez
kedileri ben kattim ziyafete

balistik füzeleri filimlerde seyrettim
2 balistik füze yakip kül eder 150 kitapligi daha
               kurulmadan onlar
belki benim kitabim da vardir içinde
62 yilinda bombardiman uçaklarini gördünüz mü
son modellerini
2 bombardiman uçagi 4 saglik evini yükler yanina
         bombalarinin
temeli daha atilmamis 4 saglik evini koskoca
                  piril piril
ve yataklari röntgenleri umutlariyla
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarisi 12 milyar
           dolar yilda
10 yilda 120 bin milyar

yildizlarin sayisina yakin mi bilmem
120 bin milyar
yahut 150 milyon yapilmamis ev
yapilabilecek ama yapilmamis ev
150 milyon ev hayaleti
5 odali akarsulu elektrikli banyolu
kapilari merdivenleri pencereleri 150 milyon evin
günes dogarken camlari
gölgeleri aksamüstü
balkonlari ayisiginda

ayinin ini var
sümüklü böcegin kabugu
bizimse bu iste halimiz ortada
bir adam tanirim
iki elli iki ayakli
kaytan kara biyikli
otuzuna basti bu yil
iki oglundan biri yedisinde öbürü alti aylik
anasi karisi kaynatasi
ve bir fotograf askerlikte çekilmis ya kendisinin ya
 rahmetli babasinin
ya kaynatasinin
ve bir legen
ve bir göz oda

150 milyon ev
bu evlerden bir teki
odalari kapilari akarsuyu ve yemek masasi bu evin
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarisi 120 milyar
             dolar yilda
10 yilda 120 bin milyar dolar
yahut 150 milyon yapilmamis ev
yapilabilecek ama yapilamamis
tanidigim adaminki de içinde
balkonunda ayisigi
62'de atomlu atomsuz silahlanma yarisi 120 milyar
                                             dolar yilda
yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayi
ve ölüme hazir en azdan yarisi bütün topraklarin
yarisi bütün agaçlarin baliklarin bütün yagmurlarin
ve ana rahmine düsenlerin en azdan yarisi ölüme
                                                     hazir
tepeden tirnaga silahsizlansak
63'de mi olur 65'te mi artik
atomlu atomsuz silahsizlansak bütün iklimlerde
ve insanca islesek yeryüzü nimetlerini
çogaltsak onlari -
kazirdik açligin kökünü üç ayda
dislerimiz dökülmez olur
kanamaz disetlerimiz
hele çocuklarimiz
keder silinir gözlerinden
egri bügrü bacaklari dogrulur
iner sis karinlari

neyi bildirir sayilar
neyi bildirmeli
yaklasan nedir size
uzaklasan nedir bizden.

 

 

NIKBINLIK

 

Güzel günler görecegiz çocuklar,
günesli günler
                göre-
                      -cegiz...
Motorlari maviliklere sürecegiz çocuklar,
isikli maviliklere
                          süre-
                                -cegiz...
Açtik miydi hele bir
                            son vitesi,
adedi devir.
         Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
                                  ne harikûlâdedir
             160 kilometre giderken öpüsmesi...

Hani simdi bize
cumalari, pazarlari çiçekli bahçeler vardir,
             yalniz cumalari
                      yalniz pazarlari..
Hani simdi biz
bir peri masali dinler gibi seyrederiz
                    isikli caddelerde magazalari,
hani bunlar
77 katli yekpare camdan magazalardir.
Hani simdi biz haykiririz
     Cevap:
            açilir kara kapli kitap:
                                              zindan..
Kayis kapar kolumuzu
                              kirilan kemik
                                                   kan.
Hani simdi bizim soframiza
                                 haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarimiz isten eve
                            sapsari iskelet gelir..
Hani simdi biz..
Inanin:
        güzel günler görecegiz çocuklar
        günesli günler
                            göre-
                                  -cegiz.
Motorlari maviliklere sürecegiz çocuklar,
isikli maviliklere
                          süre-
                               -cegiz.....
1930

 

 

NIYAZALANT SÖMÜRGESI

 

Afrika, Niyazalant sömürgesi.
Saat sabahin dördü.
Dipçikler kapilari dövdü
ve iste fotograf :
Zenci kardeslerim bir don bir gömlek
ve ayaklari çiplak
ve pembe avuçlu elleri kivircik baslarinin üzerinde
                                      dizilmisler duvar diplerinde.

 

Tipki bizim gibi,
bizim de dipçikle dövüldü kapilarimiz,
bizim de ellerimiz havada, ayaklarimiz çiplak,
ama bizde de bize bagli
duvar diplerinde esir kalip kalmamak.
 

1962

 

ONUN DOGUSU VE DEMIRHANE BACASI

 

Demirhane bacasi ki 
yagmurda ümitsiz ve müntekim 
dururdu. 
Ve rüzgâr ki kendini 
kaldirip kaldirip demirhane bacasina vururdu. 
Ve siyah bir yelken gibi gece rüzgârdayken, 
sahip degilken agaçlar dallarina, kuslar kanatlarina, 
ve çekerken karanliktan yildirimlari toprak, 
insanlar ve âletler birakip kaldirimlari 
derin uykulardayken 
bir zemin katinda bir çocuk dogdu. 
Yildizlar teker teker 
deste deste yandilar. 
Yildizlar, onun çocuk gözleri gibi aydinlik 
ferah veren 
kerim olandilar... 
Demirhane bacasi 
isiyip gülümsedi, 
dedi : 

« — Zemin katinda dogan bil ki o dur. 
Rehber ve delil ki o dur. 
Fikri derin, sefkati gani, gazabi yamandir, 
âletsizlerin oglu, 
âletsizlere âlet verecek olandir. 
O, onlarin içinde, onlarin önünde o, 
matem gecesinde, kavga yerinde, bayram gününde o. 
Ve o her yanindan ana kucagi gibi 
saracaktir onlari. 
Ona ram olacak dört kadim unsur : 
âtes ve toprak, rüzgâr ve yagmur. 
Ve körler hikâyesinin son babini 
o, tekmil ettirecektir. 
Yazacaktir insanoglu öz kitabini 
bilerek 
isteyerek.» 

Sustu demirhane bacasi. 
Söküyor safak.

 

 

ORADA TANIDIKLARIM


I
Bir kafes.
Bir kanarya kusu.
Sari kanatlarin
tellere vurusu.
Kitaplar, kitaplar,
Puskinden Mayakofskiye kadar
siir kitaplari..
Kitaplar, kitaplar,
Felsefe - Diyalektik Materyalizm.
Iktisat - Dört cilt Kapital.
Bir keman -
yeni dogmus bir çocuk gibi yatiyor kutusunda.
Pencere açik.
Disarda sehir -
ayisikli uykusunda...
Gözler.
Kocaman, berrak, iri,
iki mavi damla gibi gözleri..
Kumral
kivircik
bir sakal.
Yüzü beyaz...
Pencere açik.
Gece.
Yaz....
Odada ikimiz.
Konusuyor o:
-"Isterdim ki ben,
Sarkilarimi söylesinler benim
el ele tutusup dönerken
çocuk bahçelerinde çocuklarimiz..
Duydugum seslerin en güzelidir -
bir yaz gecesi -
dizimde yatan bir çocugun
bana yildizlari sorusu.."
Bir kafes.
Bir kanarya kusu.
Bir keman -
yeni dogmus bir çocuk gibi yatiyor kutusunda.
Pencere açik.
Disarda sehir -
ayisikli uykusunda.
Odada ikimiz.
Konusuyor o:
-"Isterdim ki ben,
bir kitap bekçisi olayim
camlari günesli bir kitap evinde.
Duydugum zevklerin en doyulmazidir -
yildizli cenup denizlerinin alevinde
sabahlar gibi
sevilen bir kitap basinda sabahlamak...."
Kitaplar, kitaplar,
Puskinden Mayakofskiye kadar
siir kitaplari.
Felsefe - Diyalektik Materyalizm.
Iktisat - Dört cilt Kapital.
Gözler.
Kocaman, berrak, iri,
iki mavi damla gibi gözleri.
Duvarda bir tabanca -
N A G A N T ..
Pencere açik.
Disarda yaz.
Gözler.
Yüzü beyaz.
Ikimiz.
Konusuyor o:
-"Öldürüyorum.
Öldürüyorum.
Öldürüyorum.
Bosalan bir çuval gibi devrildiklerini görüyorum.
Is agir.
Fakat...."
Duvarda bir tabanca -
N A G A N T ..
Ikimiz.
Konusuyor o:
-"Kalbini, kellesini, bagrini
- TEK KELIME -
inkilaba verenler
tasirlar bizde yükün en agirini.
Öldürüyorum.
Devrildiklerini görüyorum...
Halbuki ben
çocuklarimiz el ele tutusup dönerken
sarkilarimi....
Ben..
Bir kitap evinde...
Yildizli cenup denizlerinin alevinde
sabahlar gibi
sevilen bir kitap basinda sabahlayim..."
Yüzü beyaz.
Pencere açik.
Gece.
Yaz..

 

 

ORADA TANIDIKLARIM 2


II
-"Nazim yoldas
benim kizim
bes yasinda.
Benim kizimin annesi
1922 senesi.
Benim kizim
dinledi ilk duvarci türküsünü
kurdugumuz yapinin.
Yapi yükseldi
yapi büyüdü.
Yeni yapida yeni dokumacilar
yeni renklerle yeni kumaslar dokuyor.
Benim kizim büyüdü,
Benim kizim Alfabe okuyor.
Ben büyüdüm
felsefe okuyorum....."
Bir masa.
Basinda masanin
beyaz keten elbiseli
Tavaris Marusa.
Duvarlarda fotograflar,
bakiyorlar insana rüya görür gibi.
Duvarlarda fotograflar -
bir fabrika avlusunda çekilmis bazilari,
üzerinde bazisinin
Mogol, Uygur, Çin, Latin, Rus, Tatar yazilari....
Bir masa
Üstünde masanin
mavi bir Ukranya kasesi.
Karanfiller.
Marusa'nin sesi:
-"Sene 918.
Zirhli trenle Kiyefe gitmedeyiz.
Kis.
Gece.
Kar.
Ayin içinden bir manzara gibi
Ukranya stepleri karin altinda yatiyorlar.
Havada tek bir insan sesi yok.
Dünyanin üstünde donmus bir dünya gibi
susan havada
yalniz tekerleklerin sarkisi.
Kis.
Gece.
Kar.
Vagonda bizimkiler uyuyorlar.
Kapi açik.
Yildizlar düsüyor içeriye.
Ipekli bir kumas yirtar gibi
yürüyor yirtarak geceyi tren.
Uyuyor bizimkiler.
Bekliyorum ben
Mahnodan esir alinan
iki köylü neferi.
Yildizlar düsüyor içeriye.
Gözlerime yalvariyor
esirlerin gözleri:
-"Birak bizi
birak bizi
birak...
Aç gözlerle aç öküzler
bekliyor bizi.
Bekliyor bizi toprak.
Birak bizi
birak..."
Kapi açik.
Yildizlar düsüyor içeriye.
Öldürebilirim,
yalvaran gözlere bakamam.
Basimi çevirdim geriye..
Ve
tekrar baktigim zaman
karin üstünde iki korkuydu kaçan.
Diz büktüm.
Mavzer.
Geçti bir saniye.
"Birak bizi"
Üç saniye..
"Aç gözlerle aç öküzler"
Dört saniye..
"Bekliyor bizi toprak"
Bes, alti, yedi..
Namluda
arpacik
titredi.
Geçiyor saniyeler.
Mavzer.
Kaçanlarin pesinden alti fisenk yaktim.
Ve hiçbiri
degmedi
hedefe.
Nasil oldu bu?
Gökte uçan turnayi gözünden vuran kadin,
vuramadin...
Vurmaliydim ama..
Kavgada düsmanin
aile ismi sorulmaz.
Inkilabin nöbetinde
dolasik yumak gibi bir yürekle durulmaz..
.......
........
Kis.
Gece.
Kar.
Hatiralar..
Hatiralar..
......
......
Köyden yoldaslar göndermis
Ukranya ekmegi yemez misiniz?"
Beyaz keten bir örtü.
Tombul esmer bir Ukranya ekmegi.
Çavdarli bir yaz kokusu esmer ekmekte..
Masa.
Basinda masanin
beyaz keten elbiseli
Tavaris Marusa.....

 

 

ORKESTRA

 

Bana bak!
Hey!
Avanak!
Elinden o ziriltiyi biraksana!
Sana,
üç telinde üç siska bülbül öten
                                         üç telli saz
                                                    yaramaz!

Bana bak!
Hey!
Avanak!
Üç telinde üç siska bülbül öten
üç telli saz
daglarla dalgalarla kütleleri
                                          ileri
                                            atlatamaz!

Üç telli saz
yatagini degistirmek isteyen
                                        nehirlerden:-
                                                    köylerden, sehirlerden
                                                                                aldigi hizla,
milyonlarla agzi
                      bir tek
                            agizla
                                güldüremez!
                                Aglatamaz!
hey!
hey!
üç telli sazin
              üç telinde öten üç siska bülbül öldü acindan.
Onu attim
            köseye!
hey!
hey!
üç telli sazin
              agacindan
                         deli tiryakilere
                                          içi afyon lüleli
                                                         bir çubuk
                                                                  yaptilar!

Hey!
Hey!
Daglarla dalgalarla, dag gibi dalgalarla dalga gibi
                                                              dag-lar-la
basladi orkestram!
Hey!
Hey!
Agir sesli çekiçler
                      sagir
                          örslerin kulagina
                                              Hay-kir-di!.
Sabanlar gülesiyor tarlalarla,
                                        tarlalarla!
Costu çalgici basi,
esiyor orkestram
daglarla dalgalarla, dag gibi dalgalarla, dalga gibi
                                                              dag-lar-la.

1921

 

 

OTOBIYOGRAFI
 

1902'de dogdum
dogdugum sehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yasimda Halep'te pasa torunlugu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite ögrenciligi
kirk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konuklugu
ve on dördümden beri sairlik ederim

 

kimi insan otlarin kimi insan baliklarin çesidini bilir
                                               ben ayriliklarin
kimi insan ezbere sayar yildizlarin adini
                                               ben hasretlerin

 

hapislerde de yattim büyük otellerde de
açlik çektim açlik girevi de içinde ve tatmadigim yemek yok gibidir

 

otuzumda asilmami istediler
kirk sekizimde Baris madalyasinin bana verilmesini
                                                            verdiler de
 

otuz altimda yarim yilda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pirag'dan Havana'ya

 

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun basinda 924'de
961'de ziyaret ettigim anitkabri kitaplaridir

 

partimden koparmaga yeltendiler beni
                                            sökmedi
 

yikilan putlarin altinda da ezilmedim

 

951'de bir denizde genç bir arkadasla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sirtüstü bekledim ölümü

 

sevdigim kadinlari deli gibi kiskandim
su kadarcik haset etmedim Sarlo'ya bile
aldattim kadinlarimi
konusmadim arkasindan dostlarimin

 

içtim ama aksamci olmadim
hep alnimin teriyle çikardim ekmek parami ne mutlu bana

 

baskasinin hesabina utandim yalan söyledim
yalan söyledim baskasini üzmemek için
              ama durup dururken de yalan söyledim

 

bindim tirene uçaga otomobile
çogunluk binemiyor
operaya gittim
            çogunluk gidemiyor adini bile duymamis operanin
çogunlugun gittigi kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
            camiye kiliseye tapinaga havraya büyücüye
            ama kahve falima baktirdigim oldu

yazilarim otuz kirk dilde basilir
            Türkiye'mde Türkçemle yasak

 

kansere yakalanmadim daha
yakalanmam da sart degil
basbakan filân olacagim yok
meraklisi da degilim bu isin
bir de harbe girmedim
siginaklara da inmedim gece yarilari
yollara da düsmedim pike yapan uçaklarin altinda
ama sevdalandim altmisima yakin
sözün kisasi yoldaslar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
                                           insanca yasadim diyebilirim
 

ve daha ne kadar yasarim
                             basimdan neler geçer daha
                                                                kim bilir.
11 Eylül 1961

 

 

O VE AKSAKALLILAR

 

Yesil selviler, beyaz mezar taslari ve elyazma kitaplar vardi manzarada. 
Gün aksama yakindi ve durgundu. 

Bir yemis sofrasinin basinda bagdas kurmus gibi 
oturmuslardi etrafina ibret aynasinin. 
Aksakallari bilgin, gözleri genç, elleri yorgundu, 
ilhamli, vahim ve dalgindilar. 
O, birdenbire meclise geldi 
dedi : 
«— Ibret aynasindan bakip 
çubuklarini yakip 
serh ü izah edenler. 
Degismekte olani görüp 
içine girip 
degistirmektir hüner. 
Ve sanmayin ki degisen basi bos bir oktur, 
kanunu ve nizami yoktur. 
Ben, bilip bildiririm ki : 
Rab ve kitap 
ve saçi rüzgârda uçan «kahraman» degil, 
(karanlik orman, tuzlanmamis deri, 
budakli lobut ve tas baltadan beri) 
Onlar'dir büyük macerayi yapan. 
Onlar ki toprakta karinca 
suda balik 
havada kus kadar 
çokturlar. 

Korkak, cesur 
cahil, hakîm 
ve çocukturlar. 
Ve kahreden 
yaratan ki Onlar'dir, 
sarkilarimda yalniz Onlar'in maceralari vardir...»

 

 

ÖLÜME DAIR

 

Buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç sisesini
ne kirmizi kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
basucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hos gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakiliyor?
Osman oglu Hâsim.
Ne tuhaf sey,
hani siz ölmüstünüz kardesim.
Istanbul limaninda
               kömür yüklerken bir Ingiliz silebine,
                                                 kömür küfesiyle beraber
                                                                          ambarin dibine...

Silebin vinci çikartmisti nâsinizi
ve paydostan önce yikamisti kipkirmizi kaniniz
                                                      simsiyah basinizi.
Kim bilir nasil yanmistir caniniz...
Ayakta durmayin, oturun,
ben sizi ölmüs zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
hos gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
                            iki gözüm,
                                            merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sitmayi ve açligi birakip
çok sicak bir yaz günü
yapraksiz kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemissiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
                            tabutunuzun
                                                topraga indigini.

Hem galiba
tabut biraz kisaydi boyunuzdan.
Onu birakin Ahmet Cemil,
vazgeçmemissiniz eski huyunuzdan,
o ilâç sisesidir
                        raki sisesi degil.
Günde elli kurusu tutabilmek için,
yapyalniz
dünyayi unutabilmek için
                                          ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüs zannediyordum.
Basucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«ayni hasmetle vurur sahi fakiri.»

Hâsim,
neden sasiyorsunuz?
Hiç duymadiniz miydi kardesim,
            herhangi bir sahin bir gemi ambarinda
                                             bir kömür küfesiyle öldügünü?...

Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yasarken bir kerre olsun böyle gülmemissinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdil...»
Siseyi birakin Ahmet Cemil.
Bosuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olmasi için
hayatin âdil olmasi lâzim, diyorsunuz...

Bir eski Acem sairi...
Dostlar beni birakip,
dostlar, böyle hisimla
                            nereye gidiyorsunuz?



winerilhan