14






$AIRLERIN
$IIRLERI
ve
HAYATLARI



AHMET HA$IM

1

ATAOL BEHRAMOGLU

1

2

3

ATTILA ILHAN

1

2

3

4

5

CAHIT ZARIFOGLU

1

2

3

4

CAN YUCEL

1

2

3

ISMET OZEL

1

2

3

4

MEHMET AKIF ERSOY

1

2

3

MURATHAN MUNGAN

1

2

3

4

5

6

7

NAZIM HIKMET RAN

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

NECIP FAZIL KISAKUREK

1

2

ORHAN VELI KANIK

1

2

SEZAI KARAKOC

1

2

3

SUNAY AKIN

1

2

YAHYA KEMAL BEYATLI

1

YAVUZ BULENT BAKILER

1

YILMAZ ERDOGAN

1

  


14


Bu kitap Henri Barbusse'ün hatirasina...
 

TARANTA - BABU'YA MEKTUPLAR
 

Kendi ülkesinde kendi dilini istedigi gibi  kullanamadigi için,  Asya  ve Afrika
dillerine  merak  saran  bir  Italyan  arkadastan, geçenlerde bir paketle bir mektup
aldim.


Arkadasin  adini  yazmak   istemiyorum. Basi belaya girer. Fakat mektubunu
oldugu gibi asagiya geçiriyorum.
 
 

ROMA, 5 AGUSTOS 1935
 

Kardes,
 

Sen Roma'yi kartpostallardan, tarih ve cografya kitaplarina basilan fotograflardan tanirsin. Taslari Sezar'larin ve Lejyon'larin kabartmalariyla oymali üç gözlü kapilar; kiyilarinin yarisini fareler yemis kocaman bir elege benziyen Koliseum; Batrus resul kilisesi meydani ve güvercinler; Palazzo Venezia sarayi, balkonu ve bu balkonda agzi bir karis açik, sag eli kalçasinda, sol eli havada, öylece donakalmis Mussolini.
 

Fakat bu kartpostallar Roma'sina benzemiyen bir Roma daha vardir. Onun ne fotograflarini çekerler, ne kartpostallarini satarlar. Bu ikinci Roma'nin adi: Cartieri Popolari - HALK MAHALLELERI'dir... Burada evler, Amerika'ya göç edemiyen bir Italyan issizinin umutsuzluguna benzer. Buranin karanligi terlidir, yapiskandir ve kokusu agirdir. Bu mahalleler, boyali kartpostallarin parlakliklarinda bile isik bulamadiklari için ne cografya kitaplarina girerler, ne de güzel, tarihî manzaralar meraklisi yolcularin koleksiyonlarina...
 

Kizini, Italya'nin en zengin, en rahat delikanlisi Kont Ciano ile evlendiren ve kendisi Prens Torlonya'nin armagani Villa Torlonya'da oturan büyük idealist Sinyor Mussolini, Italyan Ansiklopedisi'nin «F» harfinde fasizmin ne demek oldugunu anlatirken der ki:
 

«Fasist, rahat hayata hor bakar... Yeryüzünde saadetin mümkün olacagina inanmaz.»
 

Fasizmin bu «rahat hayata hor bakmak ve yeryüzünde saadete kavusmamak» nazariyesi, büyük bir ciddiyet ve samimiyetle «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» gerçeklendirilmistir.
 

Banka Komerçiale'de direktörlük ve Italyan finansina Sezar'lik eden Lehli Töplitz'in en yakin dostu Il Duçe Benito Mussolini, yine «F» harfinde fasizmin tarifini yaparken söyle der:
 

«Fasizm için her sey devletin içindedir. Devletin disinda manevî veya insanî hiçbir sey yoktur, her sey degersizdir.»
 

Bu derin, bu erisilmez fasist görüsünün nasil gerçeklestigini anlamak için, Bertolino Splandit Otel'in Italyan güneslerinden daha isikli salonlarinda toplananlara yükselmek degil, «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» oturanlara inmek gerektir. Bu mahallelerin oturuculari, gerçekten de büyük bir enerjiyle, devletin hapishaneleri, vergi daireleri ve polis karakollari içine alinmislar, onlara devletin disinda her seyin degersiz oldugu, gerçekten de anlatilmistir...
 

Yine Italyan Ansiklopedisi'ndeki «F» harfine fasizmin tarifini yaparak ün veren ve böylelikle büyük ansiklopedilerin nasil birer bitaraf bilgi eserleri olduklarini ispat eden Italyan kurtaricisina göre:
 

«Fasizmin anladigi hayat ciddî, ulvî ve dinîdir..»
 

Bu, gerçekten de böyledir. Gerçekten de, yalniz Roma'nin Cartieri Popolari'sinden degil, bütün Italya sehir ve köylerinin Halk Mahallelerinden, karinlari kaburgalarina yapismis on binlerce aç orospu yetismekte ve bunlar böylelikle fasizmin anladigi ciddî, ulvî ve dinî hayata kavusturulmaktadirlar.
 

Fakat, sana sunu söylemeliyim ki, Cartieri Popolari oturucularinin birçogu, ne yazik ki, Ansiklopedi'de yapilan bu tarifleri anlamamakta ve çok daha az ciddî, ulvî ve dinî de olsa, kendilerine göre fasizmi söyle incelemektedirler:
 

«Bazi muayyen sartlar altinda burjuva emperyalist, irtica saldirisinin ilerlemesi fasizm biçimini alir. Fasizm, finans kapitalinin en mürteci, en sovenist ve en emperyalist unsurlarinin açik, terörist diktaturasidir. Fasizmi doguran muayyen, tarihî sartlarin baslicalari sunlardir:
 

«Kapitalist münasebetlerinin kararsizligi, deklase olmus sosyal unsurlarin çoklugu, sehir ve köy küçük burjuvazisinin ve genis bir münevverlik yigininin yoksulluga düsmesi, proletaryanin uyandirdigi dehsetli korku.»
 

Iste ben, bundan iki hafta önce, fasizmin böyle bir kuru, böyle bir siirden uzak tarifini yapan Roma'nin Halk Mahallelerinden Garbatella'da üç katli bir evin kapisini çaldim.
 

Burasi, fakir talebelere, fasizmin ulviyetini anlamamis bilginlere ve artistlere, bekâr isçilere teker teker oda kiraliyan evlerden biriydi.
 

Kapici kadina, kiralik bir oda istedigimi söyledim. Beni ikinci kata çikardi. Gösterdigi odayi begendim.
 

Kiralik odalar, kiralik elbiselere benzerler. Her ikisinde de aklima ilk gelen sey: «Bunu benden önce kim giydi? Burada benden önce kim oturdu?» olur.
 

Karyolanin kiyisina ilistim:
 

— Benden önceki kiraciniz kimdi? diye sordum kapici kadina.
 

Kadin, kaba etine igne batirilmis gibi silkindi birdenbire. Sonra kuskulu gözlerle yüzüme bakti. Ve daha sonra:
 

— Size haber vermediler galiba, dedi. Iki gün önce onu tevkif edip götürdüler.
 

Kadinin bu cevabindan hiçbir sey anlamadim. Fakat kisa bir karsilikli sasalamanin sonunda is anlasildi. Beni, Roma Emniyet memurlarindan biri sanmisti. Iki gün önce, yine emniyet memurlarinca tevkif edilip götürülen adam ise Habesli bir delikanliydi.
 

Kapici kadinin anlattigina göre, bu delikanli Habesistan'in Galla boyundan putperest bir zenciymis. Bir yil önce bu odayi kiralamis. Italya'ya resim ögrenmek için geldigini söylermis.
 

Bütün bunlari ögrendikten sonra benim artik odayi kiralamaktan vazgeçecegimi sanan kapici kadin basbayagi üzüldü. Zencinin arkasindan odayi iyice silip süpürdügünü uzun uzadiya anlatti. Hattâ karyolanin demirlerini bile lizollamis.
 

Odayi tutmaktan vazgeçmedigimi söyledim. Ve aksamüstü tekrar bavulum ve kitaplarimla döndügüm vakit, baskina ugrayip içinden bir adam götürülmüs bir odada yasamaktan korkmadigim için, kapici kadinin gözünde yari kahraman kesildigimi anladim.
 

Odanin ortasinda ilk yalniz kaldigim an, ilk yaptigim sey orta yerde kimildanmadan öylece durmak oldu. Sonra adeta kosarak, gittim kendimi karyolanin üstüne biraktim.
 

Düsünüyorum:
 

Simdi benim sirtüstü yattigim karyolada o Gallali delikanli bir yil yatmis. Gözüm tavan tahtasinda bir budaga ilisti. Onun gözleri de bu budaga ilismis. Yastigin üstünde, benim saçsiz, yari dazlak kafamin yaninda onun kara kivircik saçli basini görüyordum. Yukardan asagi lizollandigini ögrendigim karyolanin demirlerinde, onun koyu pembe, yumusak avuç içlerinin yeri duruyor... Kalktim oturdum. Ve anladim ki odada yalniz degilim.
 

Belki dün gece kursuna dizilen, belki bu gece kursuna dizilecek olan bir adamin bir yil soluk aldigi, kimildandigi, düsündügü, sarki söyledigi bir odada insan kendisini yalniz hissedemiyor.
 

Onun buradan çikarilip ölüme götürülmesi, onu bu dört duvar içinde, bu duvarlar yikilana kadar yasatacak.
 

Onu sevdim birdenbire. Ona sinirsiz bir saygi duydum. Yillarca beraber düsünmüs, yan yana dövüsmüs, bir agizdan sarki söylemis gibiydim onunla.
 

Odanin ortasinda bir masa vardi. Onun oturdugu iskemleyi çektim, onun abanoz dirseklerini dayadigi masaya dirseklerimi dayadim.
 

Habesistan bir yari müstemleke. O, bu yari müstemlekenin müstemlekesi Galla'dan bir zenci. Ben, kara gömlek giymis bir emperyalizmin ak derili yerli kölesi.
 

Anamin yüzünü görmedim. Beni dogururken ölmüs. Bu zenci delikanlinin yüzünü bilmiyorum. O bu kapidan ölüme götürülmüs. Ben bu kapidan içeri girdim. Birdenbire anladim ki o, bana anam kadar yakindir.
 

Yakinlik duygusu öyle bir nesne ki, insan kendine yakin buldugu insandan kalmis elle tutulur, gözle görülür bir hatirayi elle tutmak, gözle görmek istiyor.
 

Simdi bu kadar yakinimda, böyle yani basimda görünmez ellerinin havada görünmez yapraklar gibi kimildandigini duydugum adamdan, gözle görülür, elle tutulur bir seyler kalmis olacaktir diye düsündüm. Karyolanin basucunda bir küçük komodin vardi. Kalktim, alt kapagini açtim: bos. Üst gözünü açtim, çekmecenin içi eski gazete kâatlariyla döseli. En açikgöz baskinlarda, arastirmalarda bile, en umulmadik yerlerde, en çok ele geçirilmek istenen bir sey kalir.
 

Çekmeceye dösenmis gazeteleri kaldirdim. En açikgöz baskinlarda, en umulmadik yerde unutulan seyi buldum. Bu, Habes diliyle yazilmis bir karalamalar tomariydi. Gallali zenci delikanlinin karisina yazdigi, fakat gönderdigini sanmadigim, mektuplarin karalamalari.
 

Önümde, Gallali zencinin, TARANTA - BABU adindaki karisina yazdigi mektuplari, dirsegim onun abanoz dirseklerinin dayandigi masaya dayali, okuyorum. Mektuplardan bazilari eksik. Ara yerden kâatlar kaybolmus.
 

Son mektubu bitirdigim vakit disarda gün agariyordu. Tepemde sallanan elektrik ampulünün yaldizli isigi, kani çekilmis gibi boyasini kaybetti. Lambayi söndürdüm. Üç gün üç gece durup dinlenmeksizin yol yürümüs gibi yorgundum. Yataga, onun yatagi üstüne attim kendimi. Ellerimde onun Taranta - Babu'ya yazip göndermedigi mektuplarin karalamalari, dazlak kafam onun kivircik kara saçli basinin yaninda, uyudum.
 

Mektubum bitiyor. Sana gönderdigim pakette TARANTA - BABU'ya yazilan mektup karalamalarinin kendileriyle, benim yaptigim çevirmeler var. Bunlari burada basmak, yaymak mümkün degil. Sen orada nesredersin. Bunlarin matbaa harfleriyle basilmis, biçime sokulmus, kitaplastirilmis örneklerinden bir tanesini olsun, ne o, ne Taranta - Babu görecek, ne de ben görecegim. O, kursuna dizildi. Taranta - Babu'nun oldugu yere, gökte kanli bir haç gibi uçan ölüm kuslari gidebilir, fakat posta ugramaz. Bana gelince, ben yeryüzünün dört bucagina, akla gelen bütün yollarla baglanmis bir ülkede yasiyorum. Fakat hiçbir Italyan posta vapuru, bir tek Italyan posta tayyaresi ve hiçbir Avrupa tireni TARANTA - BABU'ya yazilan mektuplari bir daha Italya'ya sokamazlar.
 
Kendi ülkesinde kendi dilini istedigi gibi kullanamadigi için, Asya ve Afrika dillerine merak saran Italyali arkadastan aldigim mektup bu kadardir. Paketten, Taranta - Babu'ya yazilan mektuplar çikti. Asillari bendedir. Çevrimlerini, Italyan arkadasin yaptigi bazi notlarla beraber olduklari gibi nesrediyorum.
 
 
 
 

TARANTA - BABU'YA BIRINCI MEKTUP
 

Babasinin yirmi besinci kizi
benim üçüncü karim,
gözlerim, dudaklarim
                            TARANTA - BABU.
Sana bu
           mektubu
içine yüregimden baska bir sey komadan
yolluyorum
             Roma'dan.
Bana darilma sakin
sehirlerin sehrinden sana gönderecek
kendi yüregimden daha akla yakin
                                           bir hediye
                                                 bulamadim
                                                                 diye.

TARANTA - BABU;
onuncu gecemdir ki bu
basimi gümüs yaldizli kitaplara sokuyorum
okuyorum
         dogusunu
                 Roma'nin.
Önde siska disi bir kurt
arkada tombul ve çiplak
                   REMÜS'le ROMILÜS
dolasiyorlar içinde odamin.

Aglama TARANTA - BABU..
Bu ROMILÜS
UAL - UAL çarsisinda
                              güpegündüz
senin o incir memeli kiz kardesini
                                             altina alan
mavi boncuk tüccari Sinyor ROMILÜS
                                                              degil
                      ilk Romali, kral ROMILÜS...
 

NOT:
Birinci mektubun burasinda bir
atlayis var. Belki ara yerden bir
kâat kaybolmus. Fakat asagidaki
satirlarla ilk Romali Kral Romilüs'ü
Taranta - Babu'ya anlatmak iste-
digi belli :
 

Dalgalar
          birbirlerini devire devire,
Dalgalar
          döverdi Korsika kiyilarini
haykirdikça açik denizlere
Antium yamaçlarindan, o...
Ve yildirimlari tutup saçlarindan, o,
çalardi yere
ne zaman
         göge kaldirsa elini.
Sanki babasi boksör Karnera'ydi,
anasi basbakan Mussolini.
 

NOT:
Mektubun buradan asagisi yine
eksik. Fakat anlasiliyor ki, Romi-
lüs'ün tarifinden sonra Taranta -
Babu'ya Roma'nin kurulus efsa-
nesi anlatiliyor.
 

REMÜS ve ROMILÜS...
Ikizleri Silvia'nin...
Venüs'ünün torunlari...
Bakilmadan
          gözlerinin
                      yasina,
karanlik bir gece, bir dag basina
firlatip
         attilar onlari..
Ne
alinlarinda defne,
         ne bacaklarinda donlari...
Ve daha o zaman
Habesistan'a yesil boya
                           vurulmadigi için
ve BANKA di ROMA
         daha kurulmadigi için,
ROMILÜS'le REMÜS
bir sabah erken
dagda düsünürlerken:
— «Simdi biz
                ne haltederiz,
                               diye, burada?»

Rastladilar yavrulu bir disi kurda.
Yavrulari vurdular.
Ana kurdun sütüyle
        karinlarini bir temiz doyurdular.
Sonra gidip
        Roma'yi kurdular.
Kurdular ama
        iki adama
                dar geldi Roma.
Ve bir aksam
bilmeden geçti diye
                    sehrin sinir tasini,
çekince kopardi ROMILÜS
                       kardesi REMÜS'ün basini...

Iste böyle TARANTA - BABU..
Gümüs yaldizli kitaplarda yazili bu:
temelinde Roma'nin
       disi kurt sütüyle dolu kovalar
       ve bir avuç kardes kani var...
 
 

TARANTA - BABU'YA  IKINCI MEKTUP
 

Boynunda mavi maymun disinden
                            üç dizi gerdanlik tasiyan,
kirmizi tüylü bir kus gibi gögün altinda
ve bir akarsu gibi yerin üstünde yasiyan,
sözleri sözlerimin
                     gözleri gözlerimin bakir aynasi,
üçüncü kizimin
                     ve besinci oglumun anasi
                                           TARANTA - BABU!..
Aylardir
kalmadi çalmadigim kapi.
Sokak sokak
               yapi yapi
                            adim adim
Roma'da
               Roma'yi aradim!..
Burda artik
büyük ustalar mermeri ipekli bir kumas gibi
                                                        kesmiyor;
Floransa'dan rüzgâr esmiyor!.
Ne Dante Aligeri'den sarkilar,
ne Beatriçi'nin nakisli yüzü var,
ne Leonardo da Vinçi'nin öpülesi eli!..
Mikel Ancelo
     müzelerde prangali bir kürek mahkûmudur.
Ve sapsari boynundan
     bir katedral duvarina asmislar Rafael'i!.
Roma'nin büyük
                     Roma'nin genis caddelerinde bugün;
dayamis sirtini beton-arme bankalara,
çifte basli bir balta gibi duran
                                yalniz bir kara
                                     yalniz bir kanli gölge var:
Her adiminda bir
                           esir
                               basi vuran,
her adiminda bir mezar
                                     açip
                                          geçen
                                                  SEZAR!..

Roma!
Kovadis Roma?
diye sorma!
Bizim oralarin günesi gibi aydin
                                         ve ortada bu!
Sus TARANTA - BABU!
Sevgiyle
            saygiyla,
gülerek
            haykirarak
sus!..
Dinle bak:
zincirlerini kiriyor
Roma'nin varoslarinda SPARTAKUS!..
 

TARANTA - BABU'YA ÜÇÜNCÜ MEKTUP
 

Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu;
bizim kabilenin
          büyük sihirbazi neyse
                                 burada o da, bu..
Yalniz,
bizim sihirbaz,
üç basli mavi seytani
            Harar daglari ardina kovmak için
                                                      para almaz.
Kurbanlik yaban esekleriyle
                                    yilda iki yük fildisi yigini
kapatir onun
                 bütçe açigini.
Oysaki, Sa sentete
                             Papa
bütçesini yaban esekleriyle kapa-
                                                      -tamaz..
Adamcagizin
kara cübbeleri altin isleme haçli elçileri
ve kisa donlari ponponlu askerleri var.
O, onlarin
          onlar onun
                      eline bakiyorlar.

Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu!
Korporatif bir heyecanla dudaklarini satan
ve yarim lirete yarim saat yatan
cennet Italya'nin hür vatandaslarindan bir kadin,
Papa bagislasin diye günahini etin
yarisini verip yarim liretin
satin almis da bir resmini hazretin
basucunda asmisti bir yere.
Baktim:
ne Azizlerden Jorj'a benziyor
                                          ne Sen Piyer'e.
Onlarin altin gözlükleri yok
taranmamis
           yagli uzun sakallari vardi...
Bunun
           taranmamis yagli uzun
                                           sakali yok,
fakat altin gözlükleri var.

Papa XI'inci Pi'yi gördüm TARANTA - BABU!
XI'inci Pi
yumusak tüylü kara koyunlar otlatan
                                                  bir çoban
                                                             gibi
taçli ve taçsiz krallarin otlaginda
                                        ruhlari otlatiyor.
XI'inci Pi
        ki
        bir ahirda babasiz doganin vekilidir,
Meryem'e yakin olmak için
nefsi nefisine edip iskence
                                    her gece
mermer sütunlu bir sarayda yatiyor.
 

TARANTA - BABU'YA DÖRDÜNCÜ MEKTUP
 

Italya'nin
nakislarinda günesler oynasan ipekli sallari,
Pompei yollarinda kara katirlarinin nallari,
boyali kutusunda Verdi'nin yüregi atan
                                                        laternasi
ve âlâ düdük makarnasi
                                     kadar
fasizmi de meshuuurdur
                     Taranta - Babu.
Italya'da fasizm
Emiliali büyük toprak kontlarinin asâlarindan
ve Romali bankerlerin demir kasalarindan
                                                      geçip
IL DUÇE'nin dazlak kafasinda dank demis
                                bir nuuurdur
                                     Taranta - Babu..
Bu
   nur
yarin
inecektir üstüne
Habes ovalarinda mezarlarin.
 

TARANTA - BABU'YA BESINCI MEKTUP
 

Görmek
        isitmek
                duymak
                     düsünmek
                               ve konusmak
kosmak alabildigine
basi dolu
         basi bos
kos-
      -mak...
Hehehey TARANTA - BABU
                                   hehehey
yasamak ne güzel sey
                          anasini sattigimin
                                           yasamak ne güzel sey..
Düsün beni
kollarim, senin üç çocuk dogurmus
                                    genis kalçalarindayken...
Düsün sicak...
Düsün kara bir tasa damliyan
                                         çirilçiplak
                                                bir su sesini...
Istedigin yemisin
                 rengini, etini, adini düsün...
Gözdeki tadini düsün
kipkirmizi günesin
                yemyesil otun
                          ve koskocaman
                             masmavi bir çiçek gibi açan
                                                         ay isiginin...
Düsün TARANTA - BABU!
Insanoglunun yüregi
                                kafasi
                                        kolu
yedi kat yerin altindan
                             çekip çikarip
öyle ates gözlü çelik allahlar yaratmis ki
kara topragi bir yumrukta yere serebilir,
yilda bir veren nar
                        bin verebilir.
Ve dünya öyle büyük,
öyle güzel
        öyle sonsuz ki deniz kiyilari
her gece hepimiz
        yan yana uzanip yaldizli kumlara
yildizli sularin
        türküsünü dinleyebiliriz...

Yasamak ne güzel sey
                        TARANTA - BABU
                                        yasamak ne güzel sey...
Anliyarak bir usta kitap gibi
bir sevda sarkisi gibi duyup
bir çocuk gibi sasarak
                           YASAMAK...
Yasamak:
birer birer
            ve hep beraber
                          ipekli bir kumas dokur gibi...
Hep bir agizdan
                sevinçli bir destan
                                        okur gibi
                                                YASAMAK..
 

. . . . . . . . . . .
 

YASAMAK..
Ne acayip istir ki
        bu ne mene gidistir ki TARANTA - BABU
bugün bu
«bu inanilmiyacak kadar güzel»
bu anlatilamiyacak kadar sevinçli sey:
böyle zor
bu kadar
            dar
böyle kanli
            bu denlü kepaze...
 

TARANTA - BABU'YA ALTINCI MEKTUP
 

Buranin yazicilari üçe bölünmüs TARANTA - BABU.
 

Bir çesitleri var: yalniz iç gömlegine degil, ipekli bir mendile benziyen yüreginin kenarina da alti disli taç isleten Danunçio gibi; zipir Marinetti ve dinamitçi Nobel'in mükâfatiyla Il Duçe'nin yumrugundan gayri her seyden kuskulanan Pirandello gibi.
 

Bunlar, fasist edebiyatinin dâhileri soyundan TARANTA - BABU.
 

Bunlar, allahlar gibi konusur, anlasilmiyacak kadar karanliklarla dolu, ulasilamiyacak kadar yüksek ve dibi bulunamiyacak kadar derin yazarlar. Fakat yine bunlarin senin gibi karinlari agrir. Benim gibi karinlari acikir. Yasayislari, ya Milanolu bir yünlü kumaslar fabrikatörününki gibidir, ya genis topraklarinda traktör isleten eski bir prens hanedaninin reisi gibi.
 

Bunlar, fasist edebiyatinin dâhileri soyundandirlar TARANTA - BABU.
 

Ve bunlar, bizim oralardaki altin külçelerinin kara topragin altindan günes parçalar gibi çikartilip Banka Komerçiale'nin çelik depolarina getirilmesi için; harbin yaratici dinamik bir kuvvet; sapsari bir çölde boynunun damari kesilerek ölmenin, Italya'nin Akdeniz suyu gibi masmavi gögünün altinda ebediyen yasamak demek oldugunu edebiyatlastirmislardir.
 

Ben, üç nehirle ayrilmis üç toprak parçasi gibi üçe bölünen Italyan yazicilarinin bu dâhiler soyuyla yalniz kitaplarinin satirlarinda konustum ve yüzlerini, yalniz gazetelere basilan rötuslu fotograflarindan tanirim.
 

Italyan yazicilar dünyasinin ikinci çesidine gelince, bunlardan bir iki örnekle karsilikli oturup konusmusumdur. Ve benim Afrika gecesinin ilikligini tasiyan ellerim, onlarin, piriltisi yaldizli Meryem Ana tasvirleri önüne dikilen ince mumlar gibi sari ve soguk parmaklarina dokundu. Hele içlerinde bir tanesi vardi ki, TARANTA - BABU, gözleri, bir yaz günü günesin isigina ve sicakligina dayanamayip kudurduktan sonra, sira daglardaki küçük magaranin islak karanliginda ölen köpegin, gözlerine benzerdi.
 

Bu, bir sairdi, bir romanciydi, bir mütefekkirdi Taranta - Babu. Fakat her seyden önce, zavalli bir kokainomandi. Onunla arkadaslarina yari lokanta ve yari meyhanemsi bir yerde rastliyordum. Bagira çagira konusurlardi. Kavga ederlerdi. Hattâ bir gece, «ISA mi daha mistiktir? Konfüçyus mu daha mistik?» diye aralarinda çikan bir yüksek, bir derin, bir ilmî münakasada, bir genç, benimkinin kafasinda bir sarap sisesi kirdiydi.
 

Fasist miydi? Tam degil. Demokrat miydi? Tam degil. Tam degil. Kafasi da, kokainle harap olmus uzviyeti gibi yarimdi. Onda tam olan bir sey vardi TARANTA - BABU, saskin zavalli ve kökü kurumus bir agaç gibi, mütereddî bir insan soyunun örnegi olmasi. Fasizme düsman geçinmis. Sonra günün birinde el altindan mahalle fasyosuna istida vermek istedigi duyuldu.
 

Bunun dogru olup olmadigini bilmiyorum. Fakat kendini dünyanin mihveri sanan bir deli her sey yapabilir. Ve o böyle bir deliydi.
 

Italyan fasizminin bu ikinci çesit yazicilarinin ne yazdiklarini sana anlatabilmek için, onun bir siirini buraya geçiriyorum.
 

Bu siir, o yari lokanta yari meyhanemsi yerdeki toplantilardan birinde okundu. O gece hepsi ordaydilar. Yasli bir romancinin serefine bir ziyafet veriliyordu. Benimki birdenbire ayaga kalkti. Sarhostu. Agzinin açilip kapanislarini bile kullanamiyordu. Ortaya dogru bir iki adim atti:
 

— Size, dedi, son kitabimdan, aklima söyle geliveren bir yazimi okuyacagim.
 

Ve elleriyle havada genis çizgiler çizerek su siiri okumaga basladi:

 

KÖR OLMAK..

 

Kör olmak ne iyi seydir,
ne güzeldir sevmek karanligi.
Ne yalin bir kiliç gibi bir isik
ne renklerin agirligi
ve ne sekillerin kalabaligi..
Ne güzeldir sevmek karanligi..

Kör olmak ne iyi seydir.
Kapali gözleriniz
                 çevrili içinize,
kiyisinda oturup bakarsiniz
içinizde dalgalanan denize.
Kapali gözleriniz çevrili içinize..

Kör olmak ne iyi seydir.
Körlerdir ki yalniz
             kendi yürekleriyle bas basa kalirlar.
Ne kimseye kendi gözlerinden verirler
ne kimsenin gözlerinden alirlar.
Körlerdir ki yalniz
             kendi yürekleriyle bas basa kalirlar.

Ne güzeldir sevmek karanligi.
Karanlik allah gibidir ve tek basinadir.
Karanlik ölüm gibidir
                         rengi yok
                                ahengi yok
                                      dengi yoktur karanligin.

Dagitin yaninizdan sopalarinizla
karanligin peygamberleri, körler,
                                                  kalabaligi..
Kör olmak ne iyi seydir
ve ne güzeldir sevmek karanligi..

Siir bitti. Alkisladilar. O, saatlerce çalisip beyaz bir duvari renkli resimlerle doldurmus bir nakkas yorgunluguyla, sallanarak yerine döndü. Tam benim yanimdaki masada, serefine ziyafet verilen yasli romanciyla modellerini bastan çikarmaktan resim yapmaga vakit bulamiyan bir ressam oturuyordu. Ressam, siir biter bitmez, romancinin kulagina egildi, alayci bir sesle:
 

— Nasil buldunuz? dedi. Onun, bu siiri bir Fransiz sairinden asirdigini söylüyorlar.
 

Romanci birdenbire cevap vermedi, düsündü. Sonra:
 

— Bu siiri okuyan delikanli sizin en yakin dostunuzmus, diye duydum, dedi.
 

Ressam güldü:
 

— Dostluk, diye cevap verdi, kabzasina birbirine düsman iki elin yapistigi bir biçaga benzer.
 

Ne yalan söyliyeyim, Taranta - Babu, ben, bu dostluk tarifini anlamadim. Bu, yalniz Fasist Italya'da mi böyledir, yoksa bütün Avrupa...
 

NOT:
 

Altinci mektuptan elime geçen
karalamalar burada bitiyor.
Mektubun yarim kaldigi belli.
Habes delikanlinin, üçüncü
çesit Italyan yazicilarini nasil
tarif ettigini anlamak için
Italyancayi bastan basa unutup
yeniden ögrenmege raziydim.
 

TARANTA - BABU'YA YEDINCI MEKTUP
 

Bilirim
bes altiyi geçmez
senin kafanin raflarinda dizili
kapali siseler gibi sorgular...
Sen ki kapkara cahilsin
herhangi bir
            hukuku düvel profesörü kadar..
Buna ragmen
sana sorsam
desem ki ben:
— «Keçilerimizin
       kivircik uzun
                       tüyleri dökülüp,
       iki basli memelerinden
       iki kol isik gibi akan
                                     sütleri kesilirse;
       ve portakallarimiz,
       sönen birer günes yavrusu gibi dallarinda kuruyup,
       kemik ayaklariyla kitlik,
       yerli bir kral gibi geçerse topragimizdan,
                                                       sen ne yaparsin?»
Bana dersin ki sen:
— «Ilk isiklarla agarmaga basliyan
       yildizli bir gece gibi
                    damla damla kaybederim boyami,
                                       damla damla solarim...»
Bana dersin ki sen:
— «Bir Afrika kadinina bu sorulur mu hiç?
       Kitlik ölümdür bizim için
                                bolluk sevinç...»

Fakat ne hikmettir ki TARANTA - BABU
büsbütün tersine burda bu!.
Bir öyle sasilasi
                          dünya ki burasi,
bollukla ölüyor,
kitlikla yasiyor.
Varoslarda hasta, aç kurtlar gibi
                                                 insanlar dolasiyor
ambarlar kilitli
ambarlar bugdayla dolu..
Tezgâhlar
ipekli kumasla dokuyabilir
                    topraktan günese kadar giden yolu.
Insanlar yalnayak
                              insanlar çiplak...
Bir öyle sasilasi
                          dünya ki burasi,
baliklar kahve içerken
çocuklar süt bulamiyor.
Insanlari sözle besliyorlar,
domuzlari patatesle...
 

TARANTA - BABU'YA SEKIZINCI MEKTUP
 

Mussolini çok konusuyor TARANTA - BABU!
Tek basina
      yapayalniz
              karanliklara
birakilmis bir çocuk gibi
                                  bagira bagira
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutusup
               korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konusuyor.
Mussolini çok konusuyor TARANTA - BABU
çok korktugu için
               çok konusuyor!.
 

TARANTA - BABU'YA DOKUZUNCU MEKTUP
 

NOT:
 

Bu dokuzuncu mektubun basinda
bir radyo makinasinin fotografi
vardi.
 

Bugün aklima
      yazisiz ve çizgisiz
                 bir resim geldi, Taranta - Babu!
Ve benim, birdenbire
                                 yüzünü degil,
                                                      gözünü degil,
senin sesini göresim geldi, Taranta - Babu;
«Mavi Nil» gibi serin,
yarali bir kaplan gözü gibi derin
                                                     sesini senin!
 

NOT:
Bu dokuzuncu mektubun burasina
bir gazeteden kesilmis söyle bir
haber ilistirilmisti:
 

MARKONI, IL DUÇE'NIN
SADIK NEFERI...
Markoni, gazetecilere. «Ben sefim Mussolini'nin
emrine amadeyim,» demistir. Markoni, ilk tecrübeleri
muvaffakiyetle neticelenen, Habesistan'da
tatbik edilecek olan bir ölüm isigi
bulmustur. Bu isik....
 

Havalara sesleri
basi bos
             mavi kanatli kuslar gibi salan
ve havalardan en güzel sarkilari
olgun yemisler gibi topliyan elleri, ONUN,
    yaparak
            kullugunu kara gömlekli Benito'nun,
            boyanacak dirseklerine kadar
                                      kardeslerimin kaniyla.
Ve Habes ovalarinda öldürecek
                            büyük bilgin Markoni'yi,
Banka Komerçiale'de aksiyoner
                    mülti milyoner
                             Kont Markoni.
 

TARANTA - BABU'YA ONUNCU MEKTUP
 

NOT:
 

Bu onuncu mektubun basina, yine gazetelerden kesilmis söyle bir telgraf haberi ilistirilmisti.

 

......Italyan kuvvetlerinin Habesistan'da harekete geçmeleri için yagmur mevsiminin bitmesi ve baharin gelmesi bekleniyor...
 

Ne tuhaf sey Taranta - Babu;
bizi kendi topraklarimizda öldürmek için
kendi topraklarimizin
                      baharini bekliyorlar.
Ne tuhaf sey Taranta - Babu;
belki bu yil Afrika'da
yagmurlarin dinisi,
renklerin, kokularin
gökten yere bir sarki gibi inisi
ve günesin altinda islak topragimizin
derisi tunç yaldizli Gallali bir kadin gibi gerinisi,
bize senin
                memelerin
                              gibi tatli yemislerle beraber
                              ölümü getirecek.
Ne tuhaf sey Taranta - Babu!
Kapimizdan içeri ölüm
kolonyal sapkasina
               bir bahar çiçegi takip girecek...
 

TARANTA - BABU'YA ON BIRINCI MEKTUP
 

Bu gece
Il Duçe
binerek bir kir ata
aedromda söyledi söylev
                                   500 pilota..
Söylevi bitti.
Onlar yarin
                   Afrika'ya gidecekler;
O bu gece
sarayinda salçali makarna yemege gitti..
 

TARANTA - BABU'YA ON IKINCI MEKTUP
 

Geliyorlar Taranta - Babu,
seni öldürmege geliyorlar.
Karnini desip
                barsaklarinin
kumun üstünde aç yilanlar gibi kivrandiklarini
                                            görmege geliyorlar.
Seni öldürmege geliyorlar Taranta - Babu,
seni
      ve keçilerini.
Oysaki, ne onlar seni tanir
                      ne onlari sen..
Ve ne keçilerin atlamistir
                             onlarin çitlerinden.

Geliyorlar Taranta - Babu.
Kimi Napoli'den
           Tirol'den kimi.
Kimi doyulmamis bir bakistan
                       yumusak
                                    ve sicak
                                            bir elden kimi...
Onlari ordu ordu
                  tabur tabur
                                 bölük bölük
fakat teker teker
    dügüne götürür gibi
üç denizden asirip
            ölüme getirdi gemiler..

Geliyorlar Taranta - Babu,
geliyorlar içinden bir yangin alevinin.
Ve bayraklarini dikip
                     samandan damina
                                              senin toprak evinin,
gelenler
          geri dönseler bile eger,
kanli kesik sag kolunu Somali'de birakan
                                     Torinolu tornaci artik
çelik çubuklari ipek gibi öremeyecek...
Ve kör gözleriyle bir daha
                       Sicilyali balikçi
denizlerin isigini göremeyecek.

Geliyorlar Taranta - Babu.
Bu ölmege ve öldürmege gönderilenler
kanli sargilarina birer birer
                teneke haçlar takip döndükleri gün,
büyük ve âdil Roma'da
            hisse senetleriyle aksiyonlar yükselecek,
ve gidenlerin ardindan
yeni efendilerimiz
                 ölülerimizi soymaga gelecek..
 

TARANTA - BABU'YA SON MEKTUP
 

Taranta - Babu'm!
 

Bu belki sana son mektubumdur. Belki birbirimizi bir daha görmiyecegiz. Belki ilkönce beni kursuna dizen namlular, sonra gelip senin memelerinde kirmizi delikler açacak.
 

Sana bu son mektubumda Italya gazetelerinden kestigim bir iki yaziyla, bir Avrupa gazetesinden çikardigim  iki istatistigi yolluyorum. Birbiri ardina dizilmis sözlerle, alt alta konmus sayilarin kavgasini göstermek istedim sana.
 

Sayilar mektubumun sonundadir, sözlerden basliyorum iste:
 

Danunçio'nun sövalye Claudio Pozzi'ye yazdigi mektuptan:

 

Mio caro amico,
 

O ender incelikleri aldim. Dehsetli bir nevraljiden muztaribim, fakat seni Pak yortusundan önce görecegimi saniyorum.. Her vakitki gibi, gayet hafif mendilleri tercih etmekteyim, sen beni bastan çikariyorsun. Sana pembe trikolari geri gönderiyorum, bu tiksindigim bir pederast renktir. Benim için her vakit kursunî, fildisi beyazi, bellisiz mavi..
 

Muharebenin kosmik zarureti

..... 26 yildan beri muharebenin décongestionante, sihhî ve tahrik edici degerini ilan etmekteyiz. Muharebe kosmik bir zarurettir ve insanin bedenini gençlestirir, ruhunu tasfiye eder.   Marinetti'nin beyannamesinden
 

Geçen muharebede kör olanlar

Geçen muharebede kör olanlar bile bugün ise yariyabilirler. Aeroplanlara karsi kurulacak olan bataryalarin dinleyici postalarinda körlerin karanliklara gömülü gözleri, kulaklarinin duygusuyla isiga kavusmus olacaktir. Corriere della Sera'dan
 

Geri dönemeyiz

Artik dönemeyiz. Afrika'daki 200.000 Italyan tüfegi kendiliginden ates edecektir.  Duçe'nin Daily Mail gazetesi muharririne verdigi mülâkattan
 

 

Kara gömleklilerin evamiri aseresi

Muharebeye giden karagömleklilere su yeni evamiri asere büyük bir törenle teblig edilmistir:
 

1 — Vatan sinirlarinin ötesinde silâhli karagömleklilerin ilerleyisi, beserî adaletin yerine getirilmesi ve medeniyetin zaferi demektir.
 

2 — Kim ki, adaletin ve medeniyetin yolunda yürümek ister, hayatini fedaya hazir olmalidir.
 

3 — Harbin tehlikesi içinde bu fedakârlik, düsmanin tam ezilisine imana baglidir.
 

4 — Muharebede deger ortaya çikar, fakat bu kâfi degildir, bu degerin bekleyisin azabinda da tezahür   etmesi gerektir.
 

5 — Inan, itaat et, dövüs.. Inan; çünkü bilirsin ki, Duçe daima haklidir; itaat et; çünkü bilirsin ki, her emir ondan gelir; dövüs; çünkü bilirsin ki, onun kumandasi altindaki her kavga bir zaferdir.
 

6 — Hiçbir düsman sizi gafil avliyamaz, çünkü karagömleklilerin karanliklari gören gözleri vardir.
 

7 — Hiçbir düsman karagömleklilerin maddî sikintilarindan istifadeye kalkisamaz, çünkü onlarin, maddeyi yenen demirden ruhlari vardir.
 

8 — Kim ki, silâhlarina karsi kiskanç bir itina göstermez, kim ki, kursunlarini kaybeder, kim ki, susuzlugun  ilk isaretiyle matarasina sarilir, bir karagömlekli degil, hayata uyamiyan bir zavallidir.
 

9 — Eger bir kit'a muharebe esnasinda ana kuvvetlerle bagini kaybederse, emir beklememelidir, emir «Ileri, daima ileri»dir.
 

10 — Silâhlarin ilk patlayisinda, karagömlekliler önlerinde Duçe'nin koskocaman seklini göreceklerdir. Onu, düsmanin gerisinde gökyüzüne çizilmis görecekler: bir kahramanlik rüyasinda bir dev hayaleti gibi..

 

Il Popola d'Italia'dan
 
 

Italya'da yövmiye

 

    Bir Ingiliz isçisinin aldigi orta yövmiye 100 olarak ele alinirsa :

        Amerika'da    .........................................  120
        Kanada'da     .........................................  100
        Ingiltere'de    .........................................  100
        Irlanda'da      .........................................    80
        Hollanda'da    .........................................    72
        Lehistan'da    .........................................    50
        Ispanya'da     .........................................    30
        Italya'da        ..........................................    29
 

    Italya'da issizlik ve iflaslar

        1929 Yilinda            300.786        Issiz        1.204        Iflas
        1930 Yilinda            425.437        Issiz        1.297        Iflas
        1931 Yilinda            731.437        Issiz        1.786        Iflas
        1932 Yilinda            932.291        Issiz        1.820        Iflas
 

Bu sayilar on yillik fasizmin bilançosudur, Taranta - Babu. Ondan sonraki yillarda ne oldu? Bunun karsiligini, bizim topraklarda ölecek olan Italyan delikanlilari verecek.

TORNACI SEFIGIN GÖMLEGI

 

Yagmur çiseliyordu. Disarda, demir parmakliklarin arkasindaki deniz ufkunda ve bu ufkun üstündeki bulutlu gökte sabah olmustu. Bugün bile gayet iyi hatirliyorum. Ilkönce omuzumda bir elin dokunusunu duymustum. Dönüp baktim. Tornaci Sefik. Içleri isil isil, kapkara gözlerini yüzüme dikmis:
 

— Bu gece uyumadin galiba, diyor.
 

Artik yukardan eskiyalarin zincir sesleri  gelmiyordu. Ortalik agarinca onlar uykuya varmis olmalilar. Gün isiginda nöbetçilerin düdük sesleri de manalarini kaybediyor. Boyalari siliniyor ve ancak karanlikta belli olan sert çizgileri yumusuyor.
 

Kogusun kapisi disardan açildi. Içerde çocuklar teker teker uyaniyorlar.
 

Sefik soruyor:
 

— Ne oldun, bir tuhaf halin var senin?
 

Sefige geceki macerami anlatiyorum:
 

— Fakat, diyorum, hani gözümle gördüm. Nah su pencerenin arkasina geldi. Yekpare ak bir gömlegi vardi. Elimden tuttu. Bütün bir yolculugu yan yana, daha dogrusu onun rehberligiyle yaptim..
 

Tornaci Sefik gülüyor. Bana pencereyi göstererek:
 

— Sen, diyor, yolculugu Mustafanin müridiyle degil, benim gömlegimle yapmissin. Bak, dün gece asmistim. Hâlâ pencerede..
 

Ben de gülüyorum. Simavne Kadisi oglu Bedreddin hareketinde bana rehberlik eden tornaci Sefigin gömlegini demirlerin üstünden aliyorum. Sefik gömlegini sirtina geçiriyor. Bütün kogus arkadaslari «yolculugumu» ögrendiler. Ahmed:
 

— Bunu yaz iste, diyor. Bir «Bedreddin destani» isteriz. Hem sana ben de bir hikâye anlatayim onu da kitabin sonuna koyarsin...
 

Ahmedin anlattigi hikâyeyi iste kitabimin sonuna koyuyorum.
 
 
 

AHMEDIN HIKÂYESI

 

Balkan harbinden önceydi. Dokuz yasindaydim. Dedemle, Rumelinde, bir köylüye misafir olduk. Köylü mavi gözlü ve bakir sakalliydi. Bol kirmizi biberli tarhana içtik. Kisti, Rumelinin kuru, çok bilenmis bir biçak gibi keskin kislarindan biri.
 

Köyün adini hatirliyamiyorum. Yalniz, yola kadar bizimle gelen jandarma, bu köyün insanlarini dünyanin en inatçi, en vergi vermez, en dik kafali köylüleri diye anlattiydi.
 

Jandarmaya göre bunlar, ne müslüman, ne gâvurdular. Belki kizilbastilar. Ama, tam da kizilbas degil.
 

Köye girisimiz hâlâ aklimdadir. Günes batti batacak. Yol don tutmus. Yolda cam parçalari gibi pirildiyan kaskati su birikintilerinde kiziltilar.
 

Köyün karanliga karismiya basliyan ilk çitlerinde bizi bir köpek karsiladi. Iri, alacakaranlik içinde kendi kendinden daha kocaman görünen bir köpek. Havliyordu.
 

Arabacimiz dizginleri kasti. Köpek atlarin gögüslerine dogru siçrayip saldiriyor.
 

Ben, «Ne oluyoruz?» diye basimi arabacinin arkasindan disari uzattim. Arabacinin kirbaci tutan kolu dirsegiyle yüzüme çarparak kalkti ve yilan isligi gibi ince bir saklamayla köpegin basina indi. Tam bu sirada kalin bir ses duydum:
 

- Hey. Vurdugunu köylü, kendini kaymakam mi sandin?
 

Dedem arabadan indi. Köpegin kalin sesli sahibine «merhaba» dedi. Konustular. Sonra köpegin bakir sakalli, mavi gözlü sahibi bizi evinde konuk etti.
 

Kulagimda çocuklugumdan kalan birçok konusmalar vardir. Bunlardan çogunun mânasini büyüdükçe anlamis, kimisine sasmis, kimisine gülmüs, kimisine kizmisimdir. Fakat çocukken yanimda büyüklerin yaptigi hiçbir konusma mavi gözlü köylüyle dedemin o geceki konusmalari gibi bütün hayatimin boyunca müessir olmamistir.
 

Dedemin yumusak, çelebice bir sesi vardi. Ötekisi kalin, hirçin ve inanmis bir sesle konusuyordu.
 

Onun kalin sesi diyordu ki:
 

— Hünkârin iradesi ve Iranli Molla Haydarin fetvasiyla Serezde, çarsida, yapraksiz bir agaç dalina asilan Bedreddinin çirilçiplak ölüsü iki yana agir agir sallaniyordu. Geceydi. Çarsinin kösesinden üç adam belirdi. Birisinin yedeginde kir bir at vardi. Egersiz bir at. Bedreddinin asildigi agacin altina geldiler. Soldaki pabuçlarini çikardi. Agaca tirmandi. Asagida kalanlar kollarini açip beklediler. Agaca çikan adam Bedreddinin uzun ak sakali altindan ince boynuna bir yilan çevikligiyle sarilmis olan islak, sabunlu ipin dügümünü kesmege basladi. Biçagin ucu birdenbire ipten kaydi ve ölünün uzamis boynuna saplandi. Kan çikmadi. Ipi kesmekte olan delikanli sapsari oldu. Sonra egildi, yarayi öptü, dogruldu. Biçagi atti ve yarisindan çogu kesilen dügümü elleriyle açarak uyuyan oglunu anasinin kollarina birakan bir baba gibi Bedreddinin ölüsünü asagida bekliyenlerin kollarina teslim etti. Onlar çiplak ölüyü çiplak atin üstüne koydular. Agaca çikan asagi indi. En gençleri oydu. Çiplak ölüyü tasiyan çiplak ati yedeginde çekerek bizim köye geldi. Ölüyü yamacin tepesinde kara agacin altina gömdü. Ama sonra hünkâr atlilari köyü bastilar. Atlilar gidince delikanli, ölüyü kara agacin altindan çikardi. Hani belki bir daha köyü basarlar da cesedi bulurlar diye. Bir daha da dönmedi.
 

Dedem soruyor:
 

— Bunun böyle olduguna emin misin?
 

— Elbette. Bunu bana anamin babasi anlatti. Ona da dedesi söylemis. Onun dedesine de dedesi. Bu böyle gider...
 

Odada bizden baska sekiz on köylü daha var. Ocagin kizila boyadigi alaca aydinlik dairenin kiyilarinda oturuyorlar. Arasira bir ikisi kimildaniyor ve bu alaca aydinlik dairenin içine giren elleri, yüzlerinin bir parçasi, omuzlarindan bir tanesi kirmizilasiyor.
 

Bakir sakallinin sesini duyuyorum:
 

— O gelecek yine. Çirilçiplak agaca asilan çirilçiplak gelecek yine.
 

Dedem gülüyor:
 

— Sizin bu itikadiniz, diyor, hiristiyanlarin itikadina benziyor. Onlar da, Isa peygamber tekrar dünyaya gelecektir, derler. Hattâ müslümanlarin içinde bile Isa peygamberin günün birinde Sami serifte gözükecegine inananlar vardir.
 

Dedemin bu sözlerine, O, birden karsilik vermiyor. Kalin parmakli elleriyle dizlerini tuta tuta, dogruluyor. Simdi bütün gövdesiyle kirmizi dairenin içindedir. Yüzünü yandan görüyorum. Büyük düz bir burnu var. Kavga eder gibi konusuyor:
 

— Isa peygamberin ölüsü etiyle, kemigiyle, sakaliyla dirilecekmis. Bu yalandir. Bedreddinin ölüsü, kemiksiz, sakalsiz, biyiksiz, gözün bakisi, dilin sözü, gögsün solugu gibi dirilecek. Bunu bilirim iste.. Biz Bedreddinin kuluyuz, ahrete, kiyamete inanmayiz ki, dagilan, fena bulan bedenin yine bir araya toplanip dirilecegine inanalim. Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakisi, solugu bizim aramizdan çikip gelecektir, diyoruz.
 

Sustu. Yerine oturdu. Dedem, Bedreddinin gelecegine inandi mi, inanmadi mi, bilmiyorum. Ben, dokuz yasimda buna inandim, otuz bu kadar yasimda yine inaniyorum. 
 



winerilhan