1






$AIRLERIN
$IIRLERI
ve
HAYATLARI



AHMET HA$IM

1

ATAOL BEHRAMOGLU

1

2

3

ATTILA ILHAN

1

2

3

4

5

CAHIT ZARIFOGLU

1

2

3

4

CAN YUCEL

1

2

3

ISMET OZEL

1

2

3

4

MEHMET AKIF ERSOY

1

2

3

MURATHAN MUNGAN

1

2

3

4

5

6

7

NAZIM HIKMET RAN

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

NECIP FAZIL KISAKUREK

1

2

ORHAN VELI KANIK

1

2

SEZAI KARAKOC

1

2

3

SUNAY AKIN

1

2

YAHYA KEMAL BEYATLI

1

YAVUZ BULENT BAKILER

1

YILMAZ ERDOGAN

1

  


1


ÂHESTE ÇEK KÜREKLERI  

 

Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasin,

Bir âlemi hayâle dalan âb uyanmasin.

 

Âgus'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân;

Sürsün sabâh-i hasr'e kadar, hâb uyanmasin.

 

Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz,

Leyl-i tarâb'da bir dahî mizrâb uyanmasin.

 

Ey gül, sükûtâ varmayi emr-eyle bülbüle,

Gülsen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasin.

 

Degmez Kemâl, uyanmaya ikmâl-i ömr içün,

Varsin bu uykudan dil-i bîtâb uyanmasin.

 

AKINCILAR

 

Bin atli akinlarda çocuklar gibi sendik

Bin atli o gün dev gibi bir orduyu yendik

 

Haykirdi ak tolgali beylerbeyi "ilerle"

Bir yaz günü geçtik turadan kafilelerle

 

Simsek gibi atildik bir semte yedi koldan

Simsek gibi Türk atlarinin geçtigi yoldan

 

Bir gün yine doludizgin atlarimizla

Yerden yedi kat arsa kanatlandik o hizla

 

Cennette bu gün gülleri açmis goruruzde

Hala o kizil hatira gitmez gözümüzde

 

Bin atli akinlarda çocuklar gibi sendik

Bin atli o gün dev gibi bir orduyu yendik

 

AKSAM MUSIKISI  

 

Kandilli'de eski bahçelerde,

Aksam kapaninca perde perde,

Bir hatira zevki var kederde.

 

Artik ne gelen, ne beklenen var;

Tenha yolun ortasinda rüzgar

Tesrin yapraklariyla oyna.

 

Gittikçe derinlesir saatler,

Rikkatle, yavas yavas ve yer yer

Sessizlik daima ilerler.

 

Ürperme verir hayale sik sik,

Her bir kapidan giren karanlik,

Çok belli ayak sesinden artik.

 

Gözlerden uzaklasinca dünya

Bin bir geceden birinde guya

Baslar rü'ya içinde rü'ya.

 

ATIK-VALDE'DEN INEN SOKAKTA

Nihad Sami Banarli'ya

 

Iftardan önce gittim Atik-Valde semtine,

Kaç def'a geçtigim bu sokaklar, bugün yine,

Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti

Bir tatli intizâra çevirmis sükûneti;

Semtin oruçlu halki, süzülmüs benizliler,

Sessizce çarsidan dönüyorlar birer birer;

Bakkalda beklesen fikarâ kizcagizlari

Az çok yakindan sezdiriyor top ve iftari.

Meydanda kimse kalmadi artik bütün bütün;

Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.

Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,

Bir nurlu nes'e kapladi kerpiçten evleri.

Yârab nasil ferahli bu âlem, nasil temiz!

 

Tenhâ sokakta kaldim oruçsuz ve nes'esiz.

Yurdun bu iftarindan uzak kalmanin gami

Hadsiz yasatti rûhuma bir gurbet aksami.

Bir tek düsünce oldu tesellî bu derdime;

Az çok ferahladim ve dedim kendi kendime:

"Onlardan ayrilis bana her an üzüntüdür;

Madem ki böyle duygularim kaldi, çok sükür."

 

 

BEDRI'YE MISRALAR  

 

Gelmek’çün ikinci bir hayata,

Bir gün dönüs olsa ahretten;

Her ruh açilip da kainata,

Keyfince semada bulsa mesken;

Talih bana dönse, nazikane;

Bir yildizi verse malikane;

Bigane kalir o iltifata,

Istanbul’a dönmek isterim ben.

 

Bin bir tepe yükselen Bogaz’dan

Baktikça vatan görünsün engin;

Her yil, bin ömür boyunca, yazdan,

Yelkenler açilsa ufka gergin,

Lakin bu ikinci varligimda,

Son devrede, ihtiyarligimda,

Artik çekilince söz ve sazdan,

Ömrüm Iç-Erenköyü’nde geçsin.

 

BIR BASKA TEPEDEN

 

Sana dün bir tepeden baktim aziz Istanbul!

Görmedim gezmedigim, sevmedigim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtina keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre deger.

Nice revnakli sehirler görünür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yasamistir derim en hos ve uzun rüyada

Sende çok yil yasayan, sende ölen, sende yatan.

 

BIR SÂKΠ 

 

O mugbeçeyle tanistimdi Lâle Devri'nde,

Fütâdegânina son bir piyâle devrinde.

 

On alti yasina dâhil o sûh-i Sa'd-âbâd,

Cihâni verdi idi ihtilâle devrinde.

 

Lisâni sîve-i Sîrâz'dan nümûne idi

Acem-perestî-i Rûm'un imâle devrinde.

 

Teferrüd etmedi derler nazîri bir sâkî

Cem'in serîrine câlis sülâle devrinde.

 

Kemâl, Kasr-i Cinân içre, ser-be-ser bir seb

O mugbeçeyle tanistimdi Lâle Devrinde.

 

BÜYÜ SIIR

 

Paris'te genç iken koyu Baudelaire'perest idim.

Balkon'la, Yolculuk'la, Güzellik'le mest idim.

 

Sinmisti si'ri ruhuma ulvi keder gibi;

Absente damla damla sizan seker gibi.

 

Hulyâsinin yarattigi iklim o baska yer!

Gür defnelerle çevrili, afyonlu bahçeler...

 

Her zevki bir haram olan efsunlu cennetin

Koynunda vardi lezzeti bin türlü nimetin.

 

Bir gün veda edip o diyârin hayatina,

Döndüm bütün bütün vatanin kâinatina.

 

Lâkin o bahçelerde geçen devreden beri

Kalbimde solmamistir o si'rin çiçekleri.

 

DENIZ TÜRKÜSÜ

 

Dolu rüzgârla çikip ufka giden yelkenli!

Gidisin seçtigin aksam saatinden belli.

Ömrünün geçtigi sahilden uzaklastikça

Ve hayâlinde dogan âleme yaklastikça,

Dalga kivrimlari ardinda büyür tenhâlik

Baska bir çerçevedir, git gide dünyâ artik.

Daldigin mihveri, gittikçe, sarar baska ziyâ;

Mâvidir her taraf, üstün gece, altin deryâ...

 

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala

O saatler ki geçer basbasa yildizlarla.

Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varir;

Hilkatin gördügü rü'yâ biter, etrâf agarir.

Som gümüsten sular üstünde, giderken ileri

Tâ uzaklarda safak bir bir açar perdeleri...

Mûsikîsiyle bir âlem kesilir çalkanti;

Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanati.

 

Girdigin aynada, geçmis gibi dîger küreye,

Sorma bir sâniye, süpheyle, sakin: "Yol nereye?"

Ayilip nes'eni yükseltici sarhosluktan,

Yilma korkunç uçurum zannedilen bosluktan

Duy tabîatte biraz sen de ilâh oldugunu,

Rûh erer varliginin zevkine duymakla bunu.

 

Çiktigin yolda, bugün, yelken açik, yapyalniz,

Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsiz,

Yürü! Hür mâviligin bittigi son hadde kadar!...

Insan, âlemde hayâl ettigi müddetçe yasar.

 

DUYUS VE DÜSÜNÜS  

 

Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer

Ay geçmiyor ki almayayim gamli bir haber.

 

Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu;

Zihnim düsünceden daginik, gözlerim dolu.

 

Kaybetti asrimizda ölüm eski hüznünü,

Lakayd olan muhimsemiyor gamli bir günü.

 

Çok sey bilen diyor:'Gidecek her gelen nesil

Ey sade-dil bu bahsi hayatinda böyle bil

 

Hiç durmadan, hayat ögtür devreden bu çark,

Ölmek sirayladir, siralanmakta varsa fark.

 

Ilmin derin görüsleri, aklin hükümleri

Doldurmuyor bosalmis olan hisli bir yeri

 

 

DÜSÜNCE

 

Ülfet belâli sey, fakat uzlet sikintili,

Bilmem nasil geçirmeliyim son bes on yili?

 

Insanlar anlasildi. Cihânin da sirri yok,

Kalsaydi terkesimde bugün tek bir altin ok

 

En tatli bir hayâl için atmazdim ufkuma.

Dalsin yakinda gözlerim artik son uykuma!

 

"Yalniz duyan yasar" sözü, derler ki, dogrudur

"Yalniz duyan çeker" derim, en dogru söz budur.

 

Gördüm ve anladim yasamak mâcerâsini,

Bâkiyse rûh eger dilemezdim bekasini.

 

Hulyâsi kalmayinca hayâtin ne zevki var?

Bitsin, hayirlisiyla, bu beyhûde sonbahar!

 

Ölmek degildir ömrümüzün en fecî isi,

Müskül budur ki ölmeden evvel ölür kisi.

 

ENDÜLÜS'TE RAKS  

 

Zil, sal ve gül. Bu bahçede raksin bütün hizi...

Sevk aksaminda Endülüs üç def' kirmizi...

 

Askin sihirli sarkisi yüzlerce dildedir.

Ispanya nesesiyle bu aksam bu zildedir.

 

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüsleri,

Isveyle devrilis, saçilis, örtünüsleri...

 

Her rengi istemez gözümüz simdi aldadir;

Ispanya dalga dalga bu aksam bu saldadir.

 

Alninda halka halkadir âsüfte kâkülü,

Gögsünde yosma Girnata'nin en güzel gülü...

 

Altin kadeh her elde, günes her gönüldedir;

Ispanya varligiyle bu aksam bu güldedir.

 

Raks ortasinda bir durup oynar, yürür gibi;

Bir bas çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

 

Gül tenli, kor dudakli, kömür gözlü, sürmeli...

Seytan diyor ki sarmali, yüz kerre öpmeli..

 

Gözler kamastiran sala, meftûm eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!'

 

ERENKÖYÜ'NDE BAHAR

 

Cânan aramizda bir adindi,

Sîrin gibi hüsn ü âna unvan,

Bir sahile hem serefti hem san,

Çok kerre hayâlimizde cânan

Bir si'ri hatirlatan kadindi.

 

Dogmustu içimde tâ derinden

Yildizlari mâvi bir semânin;

Hazziyla harâb idim edânin,

Hâlâ mütehayyilim sadânin

Gönlümde kalan akislerinden.

 

Mevsim iyi, kâinât iyiydi;

Yildizlar o yanda, biz bu yanda,

Hulyâ gibi hos geçen zamanda

Sandim ki güzelligin cihanda

Bir saltanatin güzelligiydi.

 

Istanbul'un öyledir bahâri;

Bir ask oluverdi âsinâlik...

Aylarca hayâl içinde kaldik;

Zannimca Erenköyü'nde artik

Görmez felek öyle bir bahâri.

 

EYLÜL SONU

 

Günler kisaldi. Kanlica'nin ihtiyarlari

Bir bir hatirlamakta gecen sonbaharlari.

 

Yalniz bu semti sevmek için ömrümüz kisa...

Yazlar yavasça bitmese, Günler kisalmasa...

 

Içtik bu nadir icki'yi yillarca kanmadik...

Bor böyle zevke tek bir omur yetmiyor, yazik!

 

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lakin vatandan ayrilisin istirabi zor.

 

Hiç dönmemek olum gecesinden bu sahile,

Bitmez bir özleyistir, ölümden biter bile.

 

EZAN  

 

Emr-i bülendsin ey Ezan-i Muhammedi.

Kafi degl sadana Cihan-i Muhammedi.

Sultan Selim-i Evvel'i ram etmeyip ecel,

Fethetmeliydi alemi San-i Muhammedi.

Gök nura garkolur nice yüzbin minareden

Sehbal açinca Ruh-u Revan-i Muhammedi

Ervah cümleten görür Allah-ü Ekber'I

Akseyleyince arsa Lisan-i Muhammedi

 

 

FANI ÖMÜR BITER BIR UZUN SONBAHAR OLUR  

 

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.

Yaprak, çiçek ve kus dagilir, tarümar olur.

Mevsim boyunca kendini hissettirirveda;

Artik bu dagdagayla uguldar deniz ve dag.

 

Tesrinlerinbu hüznü geçer ta iliklere.

Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.

 

Yaprak nasil düserse akip kaybolan suya.

Ruh öyle yollanir uyanilmaz bir uykuya,

Duymaz bu anda tasgibi kalbinde bir sizi;

Farketmez anne toprak ölüm maceramizi.

 

 

GECE

 

Kandilli yüzerken uykularda

Mehtâbi sürükledik sularda...

 

Bir yoldu parildayan, gümüsten,

Gittik...Bahs açmadik dönüsten.

 

Hulyâ tepeler, hayâl agaçlar...

Durgun suda dinlenen yamaçlar...

 

Mevsim sonu öyle bir zaman ki

Gaaip bir mûsikîydi sanki.

 

Gitmis kaybolmusuz uzakta,

Rü'yâ sona ermeden safakta...

 

 

GECE BESTESI

 

O kus en kuytu bahçelerde öter;

Sarmasiklarla yüklü vâdîde;

Hiç bir el degmemis agaçlarda;

Geceden tâ safak sökünceye dek

Yükselir perde perde içli sesi;

En uzun nagmesiyle, bir müddet,

Gasyeder yer yüzünde dinliyeni;

Bir zaman gök yüzünde yalniz o ses,

O terennüm kalir;

Gasyolur dinledikçe yaldizlar.

 

O kus ancak bahâr olunca gelir;

Nerelerden gelir?

Kimse bilmez, bu bir muammâdir;

Bahâr erince sona

Kaybolur, baska bir bahara kadar.

 

O kusun ömrü, bir güzel gecede,

Bir güzel beste söylemekle geçer.

O kus en kuytu bahçelerde öter;

Hayâl içinde yasar,

Hayâl içinde ölür.

 

 

 

GEÇMIS YAZ  

 

Rü'ya gibi bir yazdi. Yarattin hevesinle

Her anini, her rengini, her si'rini hazdan.

Hala doludur bahçeler en tatli sesinle!

Bir gün, bir uzak hatira özlersen o yazdan

 

Körfezdeki dalgin suya bir bak, göreceksin:

Geçmis gecelerden biri durmakta derinden;

Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...

Velhasil o rü'ya duruyor yerli yerinde!

 

 

GÜFTESIZ BESTE

 

Sizi dün bekledim o yollarda

Ki gezindikdi bir zaman karda,

Kararan gözlerimle rüzgarda

Sizi dün bekledim o yollarda!...

 

Saniyordum unuttunuz adimi,

Dediniz hissedince maksadimi:

"Beni hala bu genç unutmadi mi

Ki bugün bekliyor bu yollarda?"

 

Nice sevdalilarla sevgililer

Aski yollarda böyle beklediler!

Nice sevdalilar da var ki diler

Aksam olsun bu kuytu yollarda!...

 

 

HAYAL SEHIR

 

Git bu mevsimde, gurub vakti, Cihangir'den bak!

Bir zaman kendini karsindaki rüyaya birak!

 

Baskadir çünkü bu aksam bütün aksamlardan;

Günesin vehmi saraylar yaratir camlardan;

 

O ilah isteyip eglence hayalhanesine,

Çevirir camlari birden peri kasanesine.

 

Som atesten bu saraylarla bütün karsi yaka

Benzer üç bin sene evvelki mutantan sarka.

 

Mest olup içtigi altin sarabin zevkinden

Elde bir kirmizi kaseyle ufuktan çekilen

 

Nice yüz bin senedir sarkin isik mimari

Böyle ma'mur eder ettikçe hayal Üsküdar'i.

 

O ilahin bütün ilhami fakat anidir;

Bu atesten yaratilmis yapilar fanidir;

 

Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla bati.

Az sürer gerçi fakir Üsküdar'in saltanati;

 

Esef etmez günesin simdi neler yiktigina;

Serviler sehri dalar kendi iç aydinligina,

 

Ezeli magfiretin böyle bir ikliminde

Altinin göz boyamaz kalpi kadar halisi de.

 

Halkinin hilkati her semtini bir cennet eden

Karsi sahilde karanlikta kalan her tepeden,

 

Gece bir çok fikara evlerinin lambalari

En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar'i.

 

 

HAYÂL BESTE

 

Roma'nin sarkini fethettigin andan sonra,

Yüce daglar gibidir gördügün is, Türk oglu!

Girdigin yerde asirlarca kalistan baska,

Kurdugun devlet asirlarca muzaffer yürüdü.

Tâlihinin döndügü en korkulu yillarda bile,

Yürüyen düsmani son hamlede döktün denize.

Açtigin ülkede, yoktan yaratis kudretini,

Azminin kurdugu yüzlerce sehirden fazla,

Iri firûzeye benzer nice gök kubbeyle,

Dehre aksettiriyor, gerçi, büyük mîmârî;

Bu eserler seni göstermege kâfî diyemem.

 

Si're aksettirebilseydin eger, dinlerdin,

Yüz fetih si'ri, okundukça, çelik tellerden.

 

Resm'e aksettirebilseydin eger, ömrünce,

Ebedî cedleri karsinda görürdün canli.

 

Gönlüm isterdi ki mâzini dirilten san'at,

Sana târihini her lâhza hayâl ettirsin.

 

 

HAZAN BAHÇELERI  

 

Kalbim yine üzgün, seni andimda derinden

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

Yorgun ve kirilmis gibi en ince yerinden

Geçtim yine dün eski hazan behçelerinden

 

Senden bosalan bagrima gözyaslari dolmus

Gördümki yazin bastigimiz otlari solmus

Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmus

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

 

 

ITRÎ

Rifki Melûl Meriç'e

Büyük Itrî'ye eskiler derler,

Bizim öz mûsikîmizin pîri;

O kadar halki sevkedip yer yer,

O safak vaktinin cihangîri,

Nice bayramlarin sabâh erken,

Gögü, top sesleriyle gürlerken,

Söylemis saltanatli Tekbîr'i.

 

Tâ Budin'den Irâk'a, Misr'a kadar,

Fethedilmis uzak diyarlardan,

Vatan üstünde hür esen rüzgâr,

Ses götürmüs bütün baharlardan.

O dehâ öyle toplamis ki bizi,

Yedi yüz yil süren hikâyemizi

Dinlemis ihtiyar çinarlardan.

 

Mûsikîsinde bir taraftan dîn,

Bir taraftan bütün hayât akmis;

Her taraftan, Bogaz, o sehrâyîn,

Mâvi Tunca'yla gür Firât akmis.

Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,

Hüznümüz, sevkimiz, zaferlerimiz,

Bize benzer o kâinât akmis.

 

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'i,

Bir terennüm ki hem genis, hem sûh:

Dagilirken "Nevâ"nin esrâri,

Basliyor sark ufuklarinda vuzûh;

Mest olup sözlerinde her heceden,

Yola düsmüs, birer birer, geceden

Yürüyor fecre elli milyon rûh.

 

Kiskanip gizlemis kazâ ve kader

Belki binden ziyâde bestesini,

Bize mîrâsi kaldi yirmi eser.

"Nât"idir en mehîbi, en derini.

Vâkiâ ney, kudüm gelince dile,

Hizlanan mevlevî semâiyle

Yedi kat arsa çikmis "Âyîn"i.

 

O ki bir ihtisamli dünyâya

Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;

Âdetâ benziyor muammâya;

Ulemâmiz da bilmiyor kimdi?

O eserler bugün defîne midir?

Ebediyyette bir hazîne midir?

Bir bilen var mi? Nerdeler simdi?

 

Öyle bir mûsikîyi örten ölüm,

Bir tesellî birakmaz insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;

Çok saatler geçince hicranda,

Düsülür bir hayâle, zevk alinir:

Belki hâlâ o besteler çalinir,

Gemiler geçmiyen bir ummanda.

 

 

ISTANBUL'UN FETHINI GÖREN

 

Üsküdar Üsküdar, bir ulu rüyayi görenler sehri!

Seni gipta ile hatirlar vatanin her sehri.

 

Hepsi der: "Hangi sehir görmüs onun gördügünü?

Bizim Istanbul'u fethettigimiz mutlu günü!"

 

Elli üç gün en mehabetli temasa idi o!

Sanki halkin uyanik gördügü rüya idi o!

 

Simdi bes yüz sene geçmis o büyük hatiradan;

Eli üç günde o hengame görülmüs buradan;

 

Canlanir levhasi hala beser ettikçe hayal;

O zaman ortada, her saniye gerçek bir hal.

 

Gürlemis Topkapi'dan bir yeni siddetle daha

Sanli namiyle 'Büyük Top' denilen ejderha.

 

Sarf edilmis nice kol kuvveti gündüz ve gece,

Karadan sevk edilen yüz gemi geçmis Haliç'e;

 

Son günün cengi olurken ne safakmis o safak,

Üsküdar, gözleri dolmus, tepelerden bakarak,

 

Görmüs Istanbul'a yüz bin melegin uçtugunu;

Saklamis durmus asirlarca hayalinde bunu.

 

 

ISTANBUL'UN FETHINI GÖREN

 

Üsküdar Üsküdar, bir ulu rüyayi görenler sehri!

Seni gipta ile hatirlar vatanin her sehri.

 

Hepsi der: "Hangi sehir görmüs onun gördügünü?

Bizim Istanbul'u fethettigimiz mutlu günü!"

 

Elli üç gün en mehabetli temasa idi o!

Sanki halkin uyanik gördügü rüya idi o!

 

Simdi bes yüz sene geçmis o büyük hatiradan;

Eli üç günde o hengame görülmüs buradan;

 

Canlanir levhasi hala beser ettikçe hayal;

O zaman ortada, her saniye gerçek bir hal.

 

Gürlemis Topkapi'dan bir yeni siddetle daha

Sanli namiyle 'Büyük Top' denilen ejderha.

 

Sarf edilmis nice kol kuvveti gündüz ve gece,

Karadan sevk edilen yüz gemi geçmis Haliç'e;

 

Son günün cengi olurken ne safakmis o safak,

Üsküdar, gözleri dolmus, tepelerden bakarak,

 

Görmüs Istanbul'a yüz bin melegin uçtugunu;

Saklamis durmus asirlarca hayalinde bunu.

 

KOCA MUSTAPASA  

 

Koca Mustapasa! Ücra ve fakir Istanbul!

Ta fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul,

Hüznü bir zevk edinenler yasiyorlar burada.

Kaldim onlarla bütün gün bu güzel rü’yada.

Öyle sinmis bu vatan semtine milliyetimiz

Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalniz biz.

Manevi çerçeve bes yüz senedir hep berrak;

Yasiyanlar degil Allah’a gidenlerden uzak.

Bir bahar yagmuru yagmis da açilmis havayi

Hisseden kimse hakikat saniyor hülyayi.

Ahiret öyle yakin seyredilen manzarada,

O kadar komsu ki dünyaya divar yok arada,

Geçer insan bir adim atsa birinden birine,

Kavusur karsida kaybettigi bir sevdigine.

 

Serviliklerde sükun, yolda sükun, evde sükun.

Bu taraf sanki bu halkiyle ezelden meskun.

Bir afif aile sessizligi var evlerde;

Örtüyor farki asaletle çekilmis perde.

Kaldirimsiz, daracik, igri sokak, dogru sokak..

Her geçildikçe basilmis ve düzelmis toprak.

Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,

Çesmeden her su içerken: <<Sükür Allah’a>> diyen

Yasiyor sade maisetlerin en safinda;

Ruh esen kuytu mezarliklarin etrafinda.

Bu vatandas biraz ahsapla, biraz kerpiçten

Yapabilmis bu güzellikleri birkaç hiçten.

Türk’ün asude mizaciyle Bizans’in kaderi

Karisip magrifet iklimi edinmis bu yeri.

 

Su fetih vak’asi, yarap! Ne büyük mu’cizedir!

Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir;

Bir tecellisi fakat, ruhu saatlerce sarar:

Koca Mustafa var, camii var, semti de var.

Elli yil geçtigi günlerde büyük mu’cizden,

Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden

Rum vezir, eski manastirda ederken secde,

Kalbi çok dolduran iman ile gelmis vecde,

Onu, tek Tanrisinin mabedi etmis de hayal,

Vakfedip her neye malikse, bütün mal ü menal,

Bir fetih camii yapmak dilemis islama.

Sebep olmus bu eser yad edilir bir nama.

 

Dört asirdir inerek camie nur üstüne nur

Yerde bulmus yasiyanlar da, ölenlerde huzur.

Ona hala gidilirken geçilir bir yoldan,

Göze çarpar ölüm ayetleri sagdan soldan,

Sarmasiklar, yazilar, taslar agaçlar karisik;

Hafiz Osman gibi hattatla gömülmüs bir isik

Bu mezarlikta siyah topragi aydinlatiyor;

Belli, kabrinde, O, bir nura sarilmis yatiyor.

 

Gece, si’riyle sararken Koca Mustapasa’yi

Seyredenler görür Allah’a yakin dünyayi.

Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;

Gece sessizligi semtin yayilir her yerine.

Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan,

Unutur semtine yollanmayi artik buradan.

 

Gizli bir his bana, hatif gibi, ihtar ediyor;

Çok yavas, yalniz içinden duyulan sesle, diyor:

<Onlarin mesrebi, iklimi ve irkindansin.

Gece, her yerdeki efsunlu sükunundan iyi,

Avutur gamliyi, teskin eder endiseligi;

Ne ledünni gecedir! Ta agaran vakte kadar,

Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’in ruhu yanar.

Ne saadet! Bu tarflarda, her ülfetten uzak,

Vatanin fatihi cedlerle beraber yasamak! ...>>

 

Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapasa’dan

Kalbim ayrilmadi bir an o güzel rü’ya’dan.

Bu muammayi uzun boylu düsündüm de yine,

Dikkatim hadisenin vardi derinliklerine;

Bu genis ülkede, binlerce latif illerde,

Nice yil, cedlerimiz kökleserek bir yerde,

Manevi varliginin resmini çizmis havaya.

Ki bugün karsilasan benzetiyor rü’yaya.

 

Kopmusuz bizler o öz varlik olan manzaradan.

Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;

Derler: Insanda derin bir yaradir köksüzlük;

Budur alemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.

Sizlatir bazi saatler dayanilmaz bir aci,

Kökü toprakta kalip kendi kesilmis agaci.

Ruh arar baska teselli her esen rüzgarda.

 

Ne yazik! Dogmuyoruz simdi o topraklarda!

 

 

LEYLA

 

Gece, Leyla’yi ayin on dördü,

Koyda, tenha, yikanirken gördü.

 

"Kiz, vücudun ne güzel böyle açik!..

Kiz, yakindan göreyim sahile çik!.."

 

Bakti etrafina ürkek, ürkek

Dedi; tenhada bu ses ne olsa gerek?..

 

"Kiz vücudun sari güller gibi ter!.

çik sudan kendini üryan göster!."

 

Aranirken ayin ölgün sesini

Soguk ay öptü beyaz ensesini.

 

Sardi her uzvunu bir ince sizi.

Bu öpüs gül gibi soldurdu kizi,

 

Soldu, günden güne sessiz soldu.

Dediler hep "kiza bir hal oldu!"

 

Ta.. içinden geliyor hiçkirigi,

Kalbinin vardi derin bir kirigi,

 

Yatti, bir ses duyuyormus gibi lal,

Yatti, aylarca devam etti bu hal.

 

Simdi sirasira, aksam hüzünü,

Böyle yastikta görenler yüzünü,

 

Avuturlarken uzun sözlerle,

O susup Bakti derin gözlerle.

 

Evi rüzgar gibi bir sir gezdi,

Herkes endiseli, bir seyi sezdi,

 

Bir sabah söyledi son sözlerini,

Yumdu dünyaya ela gözlerini.

 

Koptu evden aci bir vaveyla,

Odalar inledi Leyla - Leyla!.

 

Geldi köy kizlari el bagladilar,

Diz çöküp agladilar, agladilar,

 

Nice günler bu saadetli ölüm;

Oldu çok kimseye bir gizli dügüm.

 

Nice günler bakarak dalgalara

Dediler "Leyla ugradi nazarca.."

 

MEHLIKA SULTAN  

 

Mehlika Sultan'a asik yedi genç

Gece sehrin kapisindan çikti:

Mehlika Sultan'a asik yedi genç

Kara sevdali birer asikti.

 

Bir hayalet gibi dünya güzeli

Girdiginden beri rü'yalarina;

Hepsi meshur, o muamma güzeli

Gittiler görmeye Kaf daglarina.

 

Hepsi, sirtinda aba, günlerce

Gittiler içleri hicranla dolu;

Her günün ufkunu sardikça gece

Dediler: ''Belki bu son aksamdir''

 

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;

Daima yollar uzar, kalp üzülür:

Ömrü oldukça yürür her yolcu,

Varmadan menzile bir yerde ölür.

 

Mehlika'nin kara sevdalilari

Vardilar cikrigi yok bir kuyuya,

Mehlika'nin kara sevdalilari

Baktilar korkulu gözlerle suya.

 

Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan..

Ufku çepçevre ölüm servileri.....''

Sandilar dogdu içinden bir an

O, uzun gözlu, uzun saçli peri.

 

Bu hazin yolcularin en küçügü

Bir zaman bakti o viran kuyuya.

Ve neden sonra gümüs bir yüzügü

Parmagindan siyirip atti suya.

 

Su çekilmis gibi rü'ya oldu!..

Erdiler yolculugun son demine;

Bir hayal alemi peyda oldu

Göçtüler hep o hayal alemine

 

Mehlika Sultan'a asik yedi genç

Seneler geçti, henüz gelmediler;

Mehlika Sultan'a asik yedi genç

Oradan gelmeyecekmis dediler!..

 

 

MOHAÇ TÜRKÜSÜ  

 

Bizdik o hücumun bütün askiyle kanatli;

Bizdik o sabah ilk atilan safta yüz atli.

 

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,

Canlandi o meshur ova at kisnemesiyle!

 

Fesin daha bir ülkeyi parlattigi gündü;

Biz ugruna can verdigimiz yerde göründü.

 

Gül yüzlü bir afetti ki her pusesi lale;

Girdik zaferin koynuna, kandik o visale!

 

Dünyaya veda ettik, atildik dolu dizgin;

En son kosumuzdur bu! Asirlarca bilinsin!

 

Bir bir açilirken göge, son def'a yaristik;

Allaha giden yolda meleklerle karistik.

 

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapisindan;

Gördük ebedi cedleri bir anda yakindan!

 

 

Bir bahçedeyiz simdi sehitlerle beraber;

Bizler gibi ölmüs o yigitlerle beraber.

 

Lakin kalacak dogdugumuz topraga bizden

Simsek gibi bir hatira nal seslerimizden!

 

 

OK

 

Yavuz Sultan Selim Han'in önünde

Ok atan ihtiyar Bektas Subasi,

Bu yüksek tepeye dikti bu tasi

O gazi hünkarin mutlu gününde..

 

Vezir, molla, aga, bey, takim takim

Günesli bir nisan günü ok atti.

Kimi yayi öptü, kimi firlatti,

En er kemankese yetti uç atim.

 

En son Bektas Aga çöktü diz üstü.

Titrek elleriyle gererken yayi,

Her yandan bir merak sardi alayi.

Ok uçtu hedefin kalbine düstü.

 

Hünkar dedi 'Koca, pek yaman saldin,

Egerci bellisin benim katimda,

Bir sir olsa gerek bu ilk atimda.

Bu sihirli oku nereden aldin? '

 

Ihtiyar elini bagrina soktu,

Dedi Istanbul muhasarasi,

Baslarken aldigim gaza yarasi,

Içinden çektigim bu altin oktur..

 

 

O RÜZGAR

 

Yasamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!

Gür bir imanla damarlarda atesten bir kan

Birlesip böyle diyorlardi, derin bir sesle,

Yeri fethetmek için gelmis o fatih nesle.

 

Böyle bir dersi alan ruha vatan dar görünür;

Daima baska sefer, baska ufuklar görünür.

O nesil duymus akin zevkini rüzgarda bile;

Bu duyus varmis akinlardaki atlarda bile.

 

Bilmemis var mi genis yeryüzünün serhaddi,

Yikmis ufkunda durup karsi koyan her seddi,

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarina

Nice bin atli kapilmisti fetih rüzgarina.

 

 

O RÜZGAR

 

Yasamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!

Gür bir imanla damarlarda atesten bir kan

Birlesip böyle diyorlardi, derin bir sesle,

Yeri fethetmek için gelmis o fatih nesle.

 

Böyle bir dersi alan ruha vatan dar görünür;

Daima baska sefer, baska ufuklar görünür.

O nesil duymus akin zevkini rüzgarda bile;

Bu duyus varmis akinlardaki atlarda bile.

 

Bilmemis var mi genis yeryüzünün serhaddi,

Yikmis ufkunda durup karsi koyan her seddi,

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarina

Nice bin atli kapilmisti fetih rüzgarina.

 

 

RINDLERIN AKSAMI

 

Dönülmez aksamin ufkundayiz, vakit çok geç;

Bu son fasildir ey ömrüm, nasil geçersen geç.

 

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

 

Genis kanatlari boslukta simsiyah açilan

Ve arkasindan günes dogmiyan büyük kapidan

 

Geçince basliyacak bitmeyen sükunlu gece.

Gruba karsi bu son bahçelerde, keyfince,

 

Ya ask içinde harab ol, ya sevk içinde gönül.

Ya lale açmalidir gögsümüzde yahut gül.

 

 

RINDLERIN HAYATI  

-Halide Edib'e, sanatta ve fikirde ulvi varligina derin hürmetle.

Bazen kader, gelen bora halinde zorludur;

Daglar nasil bakarsa siyah ufka öyle bak.

Bazan da cevreden nice bir adem ogludur,

Görmek degil düsünmege bigane kal! Birak!

 

Dindar adam tevekkülü, rikkatle, herkese

Isa'yi çarmihinda, uzaktan, hatirlatir.

Bir arslan esniyor gibi engin vakar ise

Rind'in belaya karsi kayitsizligindandir

 

 

RINDLERIN ÖLÜMÜ  

 

Hafiz'in kabri olan bahçede bir gül varmis;

Yeniden hergün açarmis kanayan rengiyle,

Gece,bülbül agaran vakte kadar aglarmis

Eski Siraz'i hayal ettiren ahengiyle.

 

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yillarca tüter,

Ve serin serviler altinda kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

 

 

RUBAI  

 

Eslaf kapildikça güzelden güzele

Fer vermis o nesveyle gazelden gazele

Sönmez seher-i hasre kadar siir-i kadim

Bir mesaledir devredilir elden ele

 

 

SARKI  1

 

Dalgin geceler! El ele geldik yarinizda,

Sallandik o sen kizla salincaklarinizda

Hummali denizlerden esen rüzgarinizda

Sallandik o sen kizla salincaklarinizda.

 

Ben gün gibi yorgun, o sebular gibi ince,

Birdenbire düsdük gibi bir gizli sevince;

Gezdik yürüdük yan yana rüzgarlar esince,

Sallandik o sen kizla salincaklarinizda

 

 

SARKI 2  

 

Ah eden kimdir bu saat kuytuda

Sustu bülbüller,hiyaban uykuda

Simdi ay bir serv-i simindir suda

Esme ey bad,esme canan uykuda

 

Baska asiklardan almissan nefes

Baska yerden, baska vadilerden es

Dogmasin ruhunda ani bir heves

Esme gülsenden ki canan uykuda

 

 

SARKI 3 

 

Kalbim yine üzgün seni andim da derinden;

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

Üzgün ve kirilmis gibi en ince yerinden,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

 

Senden bosalan bagrima göz yaslari dolmus!

Gördüm ki yazin bastigimiz otlar solmus.

Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmus.

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

 

 

SES  

 

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,

'Yarab! hele kalp agrilarim durdu!' diyordum.

His var mi bu alemde nekahat gibi tatli

Gönlüm bu sevincin heyecaniyla kanatli

Bir taze bahar alemi seyretti felekte,

Mevsim mütehayyil, vakit aksamdi Bebek'te,

Aksam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi aksam!..

Ta karsi bayirlarda tutusmus iki üç cam;

Sakin koyu,sen cepheli kasriyle Küçüksu,

Ardinda vatan semtinin ormanlari kuytu;

Bir neseli hengamede çepçevre yamaçlar

Hep ayni tehassüsle meyillenmis agaçlar

Dalgin duyuyor rüzgarin ahengini dal dal.

Baktim süzülüp geçti açiktan iki sandal.

Bir lahzada bir pancur açilmis gibi yazdan

Bir bestenin engin sesi yükseldi bogazdan

Cosmus yine bir askin uzak hatirasiyla,

Aksetti uyanmis tepelerden sirasiyla,

Dag dag o güzel ses bütün etrafi gezindi:

Görmüs ve geçirmis denizin kalbine sindi.

Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandim.

Tekrar o alev gömlegi giymis gibi yandim,

Her yerden o,hem ayni bakis ,ayni emelde,

Bir kanli gül agzinda ve mey kasesi elde;

Her yerden o, hem ayni güzellikte göründü,

Sandim bu biten gün beni ram ettigi gündü.

 

 

SESSIZ GEMI

 

Artik demir almak günü gelmisse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

 

Hiç yolcusu yokmus gibi sessizce alir yol;

Sallanmaz o kalkista ne mendil ne de bir kol.

 

Rihtimda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

 

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranli hayatin ne de son matemidir bu!

 

Dünyada sevilmis ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

 

 

SISTE SÖYLENIS

 

Birden kapandi birbiri ardinca perdeler...

Kandilli, Göksu, Kanlica, Istinye nerdeler?

 

Som zümrüt ortasinda, muzaffer, akip giden

Firuze nehri nerde? Bugun saklidir, neden?

 

Benzetmek olmasin sana dünyada bir yeri;

Eylül sonunda böyledir Isviçre golleri.

 

Bir devri lanetiyle bogan sairin Sisçi.

Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.

 

Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha;

-Örtün! Muebbeden uyu! Ey sehr! -O beddua...

 

Hayir bu hal uzun süremez, sen yakindasin;

Hala dagilmayan bu sisin arkasindasin.

 

Siyril, beyaz karanlik içinden, paril paril

Berrakliginda bilme nedir hafta, ay ve yil.

 

Hüznün, ferahligin bizim olsun kisin, yazin,

Hiç bir zaman kader bizi senden ayirmasin.

 

 

SISTE SÖYLENIS  

 

Birden kapandi birbiri ardinca perdeler...

Kandilli, Göksu, Kanlica, Istinye nerdeler?

 

Som zümrüt ortasinda, muzaffer, akip giden

Firuze nehri nerde? Bugün saklidir, neden?

 

Benzetmek olmasin sana dünyada bir yeri;

Eylül sonunda boyledir Isviçre gölleri.

 

Bir devri lanetiyle bogan sairin Sis'i.

Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.

 

Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha;

-Örtun! Muebbeden uyu! Ey sehr! -O beddua...

 

Hayir bu hal uzun süremez, sen yakindasin;

Hala dagilmayan bu sisin arkasindasin.

 

Siyril, beyaz karanlik içinden, paril paril

Berrakliginda bilme nedir hafta, ay ve yil.

 

Hüznün, ferahligin bizim olsun kisin, yazin,

Hiç bir zaman kader bizi senden ayirmasin.

 

 

SONBAHAR  

 

Fani ömür biter,Bir uzun sonbahar olur.

Yaprak, çiçek ve kus dagilir, tarümar olur.

Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;

Artik bu dagdagayla uguldar deniz ve dag.

Yazdan kalan ne varsa olurken hasir nesir.

Günler hazinlesir, geceler uhrevilesir;

Tesrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.

Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

 

Dünyanin ufku gözlere gittikçe tar olur.

Her gün sürüklenip yasamak ruha bar olur.

Insan duyar yerin dile gelmis sükutunu;

Bir baska musikiiye geçis farz eder bunu.

 

Teslim olunca vadesi gelmis zevaline,

Benzer cihana gelmeden evvelki haline.

 

Yaprak nasil düserse akip kaybolan suya

Ruh öyle yollanir uyanilmaz bir uykuya:

Duymaz bu anda tas gibi kalbinde bir sizi;

Fark etmez anne - toprak ölüm maceramizi.

 

 

SÜLEYMANIYE'DE BAYRAM SABAHI

 

Artarak gönlümün aydinligi her saniyede

Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de

 

Kendi gök kubbemiz altinda bu bayram saati,

Dokuz asrinda bütün halki, bütün memleketi

 

Yer yer aksettiriyor mavilesen manzaradan,

Kalkiyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

 

Gecenin bitmege yüz tuttugu andan beridir,

Duyulan gökte kanan, yerde ayak sesleridir.

 

Bir gelis var!.. Ne mübarek, ne garibe alem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...

 

Her ufuktan bu gelis eski seferlerdendir;

O seferlerle acilmis nice yerlerdendir.

 

Bu sükunette karistikça karanlikla isik

Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karisik;

 

Kimi gökten, kimi yerden üsüsüp her kapiya,

Giriyor, birbiri ardinca, ilahi yapiya.

 

Tanrinin mabedi her bir tarafindan doluyor,

Bu saatlerde Suleymaniye tarih oluyor.

 

Ordu-milletlerin en cok dogusen, en sarpi

Adamis sevdigi Allah’ina bir böyle yapi.

 

En güzel mabedi olsun diye en son dinin

Budur öz sekli hayal ettigi mimarinin.

 

Görebilsin diye sonsuzlugu her yerden iyi,

Seçmis Istanbul’un ufkunda bu kutsi tepeyi;

 

Tasimis harcini gazileri, serdariyle,

Tasi yenmis nice bin isçisi, mimariyle.

 

Hur ve engin vatanin hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevi bir kapi açmis buradan gökyüzüne,

 

Taam ki geçsin ezeli rahmete ruh ordulari..

Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.

 

Ulu mabede! Seni ancak bu sabah anliyorum;

Ben de bir varisin olmakla Bugun magrurum;

 

Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;

Kubben altinda bu cumhura bakarken simdi,

 

Senelerden beri rü'yada görüp özledigim

Cedilerin magfiret iklimine girmis gibiyim.

 

Dili bir, gönlü bir, imani bir insan yigini

Görüyor varliginin bir yere toplandigini;

 

Büyük Allah’i anarken bir agizdan herkes

Nice bin dalgali Tekbir oluyor tek bir ses;

 

Yükselen bir nakaratin büyüyen velvelesi,

Nice tuglarla karismis nice bin at yelesi!

 

Gördüm on safta oturmus nefer esvapli biri

Dinliyor vecd ile tekrar alinan Tekbirci

 

Ne kadar saf idi simasi bu mu'min neferin!

Kimdi? Banisi mi, mimari mi ulvi eserin?

 

Taam Malazgirt ovasindan yürüyen Turkoglu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaslarla dolu,

 

Yüzü dünyada yigit yüzlerinin en güzeli,

Çok Büyük bir is görmekle yorulmus belli;

 

Hem Büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varligimiz, hem kanimiz hem etimiz;

 

Vatanin hem yasayan varisi hem sahibi o,

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

 

Hem bu toprakta Bugun, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettigimiz yerlerde.

 

Karsi daglarda tutusmus gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kirmizilik gökten ayirmakta yeri.

 

gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce sehir sesleniyor birbirine.

 

Çok yakindan mi bu sesler, Çok uzaklardan mi?

Üsküdar’dan mi? Hisardan mi? Kavaklardan mi?

 

Bursa'dan, Konya'dan, Izmir’den, uzaktan uzaga,

Çarpiyor birbiri ardinca o dagdan bu daga;

 

Simdi her merhaleden, Taam Beyazid'dan, Van'dan,

Ayni top sesleri birdir geliyor her yandan.

 

Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!

Kadin erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

 

Dinliyor hepsi Büyük hatiralar ruzgarini,

Caldiran toplari ardinca Mohac toplarini.

 

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir baska zaferden geliyor:

 

Kova’dan, Nigbolu'dan, Varna'dan, Istanbul’dan..

Aniyor her biri bir vak'ayi heybetle bu an;

 

Belgrad'dan mi? Budin, Egri ve Uyvar'dan mi?

Son hudutlarda yücelmis sira-daglardan mi?

 

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

 

Adalar'dan mi? Tunus’san mi, Cezayir'den mi?

Hur ufuklarda donanmis iki yüz pare gemi

 

Yeni dogmus aya baktiklari yerden geliyor;

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

 

Ulu mabede karistim vatanin birligine.

Çok sükür Tanriya, Gördüm, bu saatlerde yine

 

Yasayanlarla beraber bulunan ervahi.

Doludur gönlüm isiklarla bu bayram sabahi.

 

 

TELÂKKI

 

Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum,

Kimdir o, nasildir diye rüzgârlara sordum,

Hulyâmi tutan bir büyü var onda diyordum,

Gördüm: Disi bir parsin elâ gözleri vardi.

 

Sen miydin o âfet ki dedim, bezm-i ezelde

Bir kanli gül agzinda ve mey kâsesi elde,

Bir sofrada içtik, ikimiz ayni emelde,

Karsimda uyanmis gibi bir bakti sarardi.

 

 

UÇUS  

 

Uçmakta, konmadan, kiyisiz bir denizde ruh;

Benzer mi böyle bir kusa Tufan içinde Nuh?

Üstünde gök, sürekli bulutlarla, yüklüdür;

Altinda gür deniz ki ezelden köpüklüdür.

Çalkaltisinda dalgasi bilmez nedir sayi;

Milyonca dalga sürmede milyonca dalgayi;

Hiç durmayan gürültüsü bir türküdür, genis,

Milyonca haykiris dolu, milyonca seslenis.

Yildizlar ülkesinde açildikça yüksege,

Baslar hayal edindigi alem görünmege.

Bir ruhu besliyen hava yalniz yukardadir.

Hulyayi daima uçuran duygulardadir.

Yalniz bu katta mümkün olur daimi uçus.

Her hamlesiyle, ruh, o çelikten kanatli kus,

Ufkunda bir dakika görunmeksizin kara,

Hür gökte, hür denizde uçar, hür ufuklara.

 

 

UFUKLAR  

 

Ruh ufuksuz yasamaz.

Daglar ufkunda mehabet,

Ova ufkunda huzur,

Deniz ufkunda teselli duyulur.

Yalniz onlarda bulur ruh ezeli lezzetini.

Bu ufuklar avutur ruhu saatlerce, fakat

Bir zaman sonra derinden duyulur yalnizlik.

Ruh arar kendine bir ruh ufku.

Manevi ufku pek engin ulu peygamberler

- Bahsin üstündedir onlar-lakin

Hayli me'ud idiler dünyada;

Yasiyorlardi havarileri, ashabiyle;

Ne ufuklar! Ne güzel ruh imis onlar! Yarab!

 

Annemin na'sini gördümdü;

Bakiyorken bana sabit ve donuk gözlerle,

Acidan çildiracaktim.

Aradan elli dokuz yil geçti.

Ah o sabit bakis el'an yaradir kalbimde,

O yasarken o semavi, o gülümser gözler

Ne kadar engin ufuklardi bana;

Tenesir tahtasi üstünde o gün,

Bakmaz olmuslardi artik bu bizim dünyaya.

 

Yasiyan her fani

Yasiyan ruh özler,

Her sikildikça arar,

Dar hayatinda ya dost ufku, ya canan ufku.

 

 

ÜSKÜDARIN DOST ISIKLARI  

 

Ötmekte fecre karsi horozlar birer birer

Geçtikçe her dakika belirmektedir seher.

 

Bilmem kaçinci fecri vatan topraginda, biz,

Görmekle simdi bir yasatan vecd içindeyiz.

 

Etrafi oksuyor mayisin taze rüzgâri;

Karsimda köhne Üsküdar'in dost isiklari...

 

Kimlersiniz? Ya bagri yanik kimselersiniz!

Yâhut da her sabah uyanik kimselersiniz!

 

Dünya yüzünde, bir sefer olsun, tanismadan,

Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an.

 

Sizlersiniz bu ani isiklarla Türk eden!

Eksilmesin su mutlu safaklar bu ülkeden!

 

Gönlüm, dilim, kanim ve mizacimla sizdenim

Dünya ve ahirette vatandaslarim benim.

 

 

VUSLAT

 

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,

Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,

 

Bir hazzi tükenmez gece sanmakla zamani,

Görmezler ufuklarda, safak soktugu ani...

 

Gördükleri Rusya ezeli bahçedir aska;

Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgari baska.

 

Bülbülden o eglencede feryada isitilmez;

gül solmayi; mehtaba, azalip gitmeyi bilmez...

 

gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi...

Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;

 

Sevdalari hülyali havuzlarda serinler,

Sonsuz gibi, bir fiskiye ahengini dinler.

 

Bir ruh, o derin bahçede bir defa yasarsa

Boynunda Onun kollari, koynunda O varsa,

 

Dalmissa Onun saclarinin rayihasiyle,

Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle.

 

Yildizlari, boydan boya dogmus gibi, varlik

Bir mucize halinde o gözlerdendir artik.

 

Kanmaz, en uzun buseye, öptükçe susuzdur

Zira, susatan zevk, o dudaklardaki tuzdur.

 

Insan ne yaratmissa yaratmistir o tuzdan...

Bir sir gibidir azcik ilah oldugumuzdan.

 

Onlar ki bu güller tutusan bahçededirler.

Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler?

 

Ask, onlari sevkettigi günlerde, kaderden

rüzgar gibi bir sevk alir, olduklari yerden.

 

Geldikleri yol, Ömrün isiktan yoludur o!

Alemde bir aksam ne semavi kosudur o!

 

Dört atli o gerdune, gelirken dolu dizgin,

Sevmis iki ruh ufku görürler daha engin,

 

Simalari her lahza parildar bu zefirle;

gök, her tarafindan, donanir mes'alerle!

 

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,

Varlikta bütün zevki o cennette duyanlar

 

Dünyayi unutmus bulunurken o sularda,

-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-

 

Bir an uyanirlarsa leziz uykulardan,

Bastanbasa, herler kesilir kapkara, zindan...

 

Bir faciadir böyle bir alemde uyanmak...

Günden güne, hicranla bunalmis gibi, yanmak...

 

Ey tali! ölümden ne beterdir bu karanlik!

Ey Ask! O gönüller sana mal oldular artik!

 

Ey vuslat! O asiklari efsuna Rafet!

Ey tatli ve ulvi gece! yillarca devam et!



winerilhan